Teğet geçiyordu bizi. Öyle demişti, mikrofonların arkasından... Ama olmadı. Dokunuverdi hepimize inceden! Geceler daha da karardı. Ayın sonu nasıl gelecek düşünceleriyle bir sağa bir sola dönülen yataklar daha da batar oldu. Ellere tutuşturulan kurşun gibi ağır kağıtlarla kapının önüne konanların daha da eğildi başları. Krizin eli, pek çok insanın etinden et kopardı...
Evdeki fatura yığını arasından bir sinema bileti çıkmıyor artık. ‘Nasıl gidiyor hayat’ sorularının cevabı hep aynı. Yaşamın keyif yanları vadesi uzun bir hesapta beklerken, azap yanları faiziyle birlikte çatır çatır çıkıyor ruhumuzdan. Maddi menevi umutsuzluk çökerken üstümüze, sistem, evlere kapanmış bizlerden çoktan para kazanmaya başladı bile.
Yakın zamana kadar ekranı işgal eden diziler, ekonomik kriz nedeniyle bir bir yayından kaldırılıyor. Bazılarının da, on beş günde bir yayınlanacağı söyleniyor. Şimdi bu dizi fırtınası günlerin öncesine dönüyoruz. Hiçbir beceri sergilemeden para kazanılan; mutluluğun bir evin içine tıkılarak arandığı ‘hani bana gelin, hani bana damat’ yarışmaları ve her türlü adabımuaşeret kuralını yerin bin kat altına sokan yeni gözde ‘yemekteyiz’ler... Kriz sadece maddi kalitemizi değil, manevi kalitemizi de hızla aşağıya çekmeye başladı.
• • •
Kriz sonrası oluşturulan ‘en dahiyane’ tv programı formatı olan, düşük maliyetli, bol reytingli yemekteyiz yarışması korkulduğu üzere tohum saçtı ve başka bir kanalda da yayınlanmaya başladı. Bilmeyenler için kısa bir bilgi vereyim diyeceğim ama ekranda gezinirken o tuhaf yarışmaya denk gelmemek, gelip de bir süre bakmamak elde değil. Beş kişinin, her gün içlerinden birinin evine konuk olduğu, yiyip içip bol bol burun kıvırdığı, sonra da aralarında puanladığı, insanoğlunun en arsız, en şımarık yanının ayna gibi parladığı bir yarışma bu. Bir bakıyorsun herkes sofra düzeni uzmanı kesilmiş. Sanıyorsun saraydaki sofrasından tez yetişip gelmiş yarışmacının sofrasına. Herkesin damak tadı da pek gelişmiş bu arada. Azıcık kaçtı mı yemeğin tuzu, o ‘seçkin’ damak hemen ayırdına varıyor. Boğazdan mümkünü yok geçmiyor o yemek. Yüz buruşturma, yemeği tatsızca ağızda yuvarlama ya da çatalla didikleme en sık başvurulan yöntemler arasında.
Bir kere her sofrada kıl çıkıyor. Sanırsın yeni evrimleştik, hâlâ maymun zamanımızdan kalma hatırı sayılır bir kıl potansiyeli var vücudumuzda da hâkim olamıyoruz pişirdiğimiz yemeğin içine düşmesine. Bardakların üzerindeki çizikler bile eleştiri konusu! Vay be, diyesi geliyor insanın, kristal bardaklarla yudumlarken sularını düştükleri hale bak ‘zavallıların’. Programın, insanları birbirine kırdırmak için düzenlendiği çok açık. Hem yarışmacı hem puanlayıcı olunan diğer bütün yarışmalar gibi... Niyet belli, rezaletten kâr elde etmek!
Açlıktan kırılırken insanlar ve bir lokma yemek bulamazken analar, babalar çocuklarına, bu ‘beğenmezlik yarışı’ pek çirkin, pek şımarık, pek ayıp... Yarışmacıların ekrandan taşan ve ne uğruna yapıldığı bir türlü anlaşılmayan, hırsları ve kıskançlıkları sadece onlar için değil, insanlık adına da utanç verici...
• • •
Görgüsüzlüğü ve adapsızlığı bir kenara bırakarak televizyonun aşksızlarına geçelim. Gelin, damat ve kaynana üçlüsü yine çıktı ortaya. Bir evin içine tıkılmış onlarca insan, aşk arıyor! O hiç büyütülmeye ve büyümeye niyetli olmayan erkek çocuklarıyla yarışmaya gelen kaynanaların birbirleriyle atışmalarını izlemek, insana cehennemdeymiş hissi uyandırıyor. Kızlar sergiye çıkmış gibi kaynanalara kendilerini beğendirmeye çalışırken, bir yandan da ‘romantik’ bir duygu yakalamaya çalışıyor beğendiği damat adayıyla. Bu kadar mı umutsuzuz artık? Aşkı böylesine saçma bir ortamın içinden mi çekip çıkarabileceğimize inanıyoruz? Hiç mi anlamadık, her aşkın, her birlikteliğin tek, eşsiz olduğunu ve ancak iki kişinin özel anlarıyla oluşturulabileceğini? Böyle seyirlik oyun gibi yaşanmayacağını... İki kişinin birbirini keşfe çıktığı o büyülü, maceralı, heyecanlı yolda bırakın bir ev dolusu insanı, bir üçüncüye yer olmadığını bilemiyor muyuz daha? Yoksa, aklımızın bir kenarından, aşk meşk bahane, ekran ünlüsü olmak şahane, fikri mi geçiyor hâlâ... Sonrasında bir kullanımlık ıslak mendil gibi atılabileceğimizi hiç düşünmeden...
• • •
İnsan olmayı anlamlı kılacak duyguların böylesine çürütüldüğünü görmek canımı yakmaktan çok sinirlendiriyor beni. İstiyorum ki, Afrika’nın el değmemiş coğrafyasında, diğerlerine hemen yem olmayacak güçte bir hayvan olayım. Belgeselciler de gelip beni izlesin, yaşamım hakkında bilgi sahibi olsun. Canımı da sıkarlarsa ısırıvereyim kameralarını...
İşte bazen mutluluk bana böyle bir şeymiş gibi geliyor... Hiçbir şeyin seni oyuncak etmesine izin vermeden yaşamayı becerebilmek...
• • •
KALIN SAĞLICAKLA
zeytinburnuhaber@hotmail.com