Marka Şehir Oluşturmak -1-
GÜNDEM
02.02.2010 - 21:32, Güncelleme:
02.02.2010 - 21:32
Marka Şehir Oluşturmak -1-
Siyasetçi ve Ekonomist Neşe Acar Kılıçer'in Zeytinburnu Haber Gazetesi için hazırladığı yazı dizisinin ilk bölümünü yayınlıyoruz..
2010 Dünya Kültür Başkenti ve Marka Şehir Oluşturmak -1- Batıda, çok yıllar öncesinden benimsenmiş bir yerel kalkınma modelidir, marka şehirler yaratmak. Marka şehir olabilme başarısı, bir şehrin var olan kaynaklarını, turizme elverişli olarak pazarlanabilecek kadar değerli hale getirmek, bu kaynakları, şehrin bile sembolü olabilecek düzeye getirerek şehre ekonomik ve sosyal değer katmakla ölçülebilmektedir. Merkezi ve yerel yöneticilere düşen en büyük görev, şehirlerinin markalaşmasının önünü açmak ve markalaşan şehirlerin ülke ekonomisine katkısını arttırmak için doğru politikalar üretmektir. Markalaşmak, uzun soluklu, emek, sabır ve yatırım gerektiren stratejik bir iştir. Marka olma yolunda, farklılıklarınızın farkına varıp, ya da yeni farklılıklar oluşturup, bunları doğru şekilde aktarmak gerekir. Algıda oluşturduğunuz farkı, gerçek hayatta da yansıtabilirseniz, o zaman algınız güçlenir ve markalaşmaya başlarsınız. Modern zamanları yaşadığımız bu dönemde bir kentin markalaşmaksızın sosyal ve ekonomik alanda güçlenmesi pek mümkün görünmemektedir. Simon Anholt’un dediği gibi; “küçük köylerin bile, onlar hakkında biraz bilgiye sahip insanların gözünde marka imajları vardır. Hiçbir biçimde markaya sahip olmayan ülke, ancak hiç kimsenin adını bile duymadığı bir ülke olabilir.” Yani, istesek te istemesek te, şehrimizin sahip olduğu olumlu veya olumsuz bir marka imajı oluşmaktadır. Bilinçli ve stratejik markalaşma ise, bu zorunlu süreci yönetmek ve istediğimiz mecralara, bizim için ekonomik ya da kültürel anlamda kar elde etmeye yönlendirmektedir Bu basit bir süreç değildir. Şehri herhangi bir ürün gibi paketleyip, reklamlarla bir algı oluşturup satamazsınız. Şehir markalaşması sadece reklamcıların yapabileceği bir algı oyunu değildir. Şehirler, yaratıcı sınıfların (creative class) destek ve önderliğinde yükselebilir. Sanat kültür, eğlence, eğitim, sanayi gibi alanlarda yeni fikirleri olan, teknoloji üretebilen, devrimci karakterde kişiler bu insanlar, şehirlerine sahip çıkarak, yaptıkları ile gurur duyup ve tıpkı bir misyoner gibi gece gündüz çalışmaktan yılmayarak şehirlerini markalaştırabilirler. Yazarların yanı sıra popüler kültür, (özellikle sinema) beynimize ülkeler ve şehirlerle ilgili imajları kazımaktadır. Mesela, St.Petersburg, şehri Dostoyevski ile özdeşleşmiş, onun romanlarında okurları tarafından algılanmış, büyülü bir şehirdir. St.Petersburg, Dostoyevski’yi sahiplenmiş, bu büyük yazarın esin kaynağı olan bu şehri görmek isteyen insanlar için bir Dostoyevski müzesi oluşturmuş, tanıtım broşürlerinde Dostoyevski’yi ön plana çıkarmış, ve bu eşsiz kültürel mirasını değerlendirmeyi bilmiştir. Veya çoğumuz Eyfel kulesini bir kere görmemiş olabiliriz. Buna rağmen, oturup onu çizebiliriz.Gerçekten “Marka şehirler yaratmak”, aslında ülkemizin bir kalkınma ve belki de ekonomik anlamda bir kurtuluş modelidir. Bütün mesele doğal kaynakları, kültürel, tarihsel birikimleri, akılcı bir organizasyon ve yönetimle örgütleyerek önce yerel, sonra dış turizme hizmet sunarak gelir sağlayan bir hale getirebilmektir. Üç tarafı denizlerle çevrili, her bölgesi kendine özgü doğal güzelliklere sahip ülkemizin pek çok şehrinin çoktan marka olmuş olması gerekirdi. Ülkemizde bu çapta marka şehir olmaya layık en önemli şehrimiz İstanbul olduğu halde, şehrin sembolü olan İstanbul boğazına ilişkin hediyelik eşya bulmak bile çok zordur. Dünya insanının kafasında İstanbul’la ilgili pek çok karmaşık bilgi mevcuttur. Bu şehir hala dış turizme bir paket gibi sunulacak, değerli bir cevher gibi kapışılacak hale gelememiştir. 2010 yılı Dünya Kültür Başkenti, İstanbul. Bu durum, Türkiye’nin ve İstanbul’un markalaşması yolunda çok önemli fırsatlar sunmaktadır.2010 Kültür Başkenti olan İstanbul için, kültür bakanlığı destekli büyük prodüksiyonlu bir film yaptırarak, dünya sinemalarında İstanbul’un tarihi, kültürel, turistik zenginliklerini sergilemek kimsenin aklına mı gelmedi acaba? Ya da Yerel ve Merkezi idarecilerin işbirliği ile Zeytinburnu uluslar arası deri haftası, fuarı ve bu çerçevede düzenlenecek, defileler, konferans ve paneller ile yüzyıllardır dericilikte Dünya öncüsü olan Zeytinburnu’nun ülke ve ilçe ekonomisine ve tanıtımına nasıl etkilerde bulunacağı ortada değil midir? Tüm bunların yapılmıyor olması imkânsızlıklarla mı, beceriksizlik ve/veya tembellikle mi açıklanabilir? Milano’yu bir moda kenti olarak bir marka şehirdir. Bunun için, yüksek kalitede, yenilikçi tasarımlara sahip giysiler üretmeniz, bu giysileri sergileyeceğiniz defileler düzenlemeniz ve bu defilelerin dünya çapındaki moda dergilerine yansımasını sağlamanız gerekir. Bunu yapmazsanız ne olur? Milano olamayıp, Zeytinburnu olursunuz. Zeytinburnu’nun dericilik üretiminde tutturduğu kalite Milano’yla veya daha başkaca moda şehirleri ile rekabet edebilecek seviyede olsa bile, Milano’nun sahip olduğu moda şehri olma vizyonuna sahip olmadığı için, dünya çapında rekabet etmesi zorlanıyor. Ancak ucuz fiyatlandırma politikasıyla var olmaya çalışınca da, karlılık düşük seviyede olmuş oluyor. Dünya çapında tanınmış markalarda böylelikle doğmuyor. İstanbul’un marka şehir haline gelebilmesi için bence pek çok imkanlarını aşağıdaki başlıklarda özetleyebiliriz. A)Şehrin üretim kapasitesi; Ortadoğu ve balkanların en büyük sanayi kenti olan İstanbul’un bu şarta sahip olmadığını kim söylebilir ki? B) Tarihsel dokusu; Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na Başkentlik yapmış İstanbul, herhalde bu ölçek için Dünya çapındaki en uygun kenttir. C)Kimliği; Tarihsel ve kültürel zenginliği, tarih boyunca siyasal, sanatsal, sosyal ve kültürel açıdan çekim merkezi olan İstanbul’un kimliği konusunda şüphe olmaması gerekir. D) Ticaret ve ulaşım kapasitesi; İki kıtayı birleştiren deniz, kara ve hava yollarına sahip, kesişme noktası olan Boğaz’ı ile, Ortadoğu ve Asya’nın Ticaret ve ulaşım açısından köprü vazifesi gören Türkiye’nin bu kıstas açısından tartışılmayacağı bir gerçektir. Yukarıda belirttiğimiz gibi Marka Şehir olmak açısından her tür imkâna sahip olan İstanbul’un neden hala yeterince bir Paris, Milano, Venedik vs gibi markalaşamadığını göstermek açısından, bir şarkı sözü durum açıklamaktadır sanırım; ‘’ Un var mı? Var, Var. Şeker var Mı? Var var. Yağ var Mı? Var, var. Ne duruyorsun? Helva yapsana, helva yapsana…’’ İstanbul’un ve Türkiye’nin tek eksiği helva yapacak ustalarının olmamasıdır.
Siyasetçi ve Ekonomist Neşe Acar Kılıçer'in Zeytinburnu Haber Gazetesi için hazırladığı yazı dizisinin ilk bölümünü yayınlıyoruz..
2010 Dünya Kültür Başkenti ve Marka Şehir Oluşturmak -1-
Batıda, çok yıllar öncesinden benimsenmiş bir yerel kalkınma modelidir, marka şehirler yaratmak. Marka şehir olabilme başarısı, bir şehrin var olan kaynaklarını, turizme elverişli olarak pazarlanabilecek kadar değerli hale getirmek, bu kaynakları, şehrin bile sembolü olabilecek düzeye getirerek şehre ekonomik ve sosyal değer katmakla ölçülebilmektedir.
Merkezi ve yerel yöneticilere düşen en büyük görev, şehirlerinin markalaşmasının önünü açmak ve markalaşan şehirlerin ülke ekonomisine katkısını arttırmak için doğru politikalar üretmektir.
Markalaşmak, uzun soluklu, emek, sabır ve yatırım gerektiren stratejik bir iştir. Marka olma yolunda, farklılıklarınızın farkına varıp, ya da yeni farklılıklar oluşturup, bunları doğru şekilde aktarmak gerekir. Algıda oluşturduğunuz farkı, gerçek hayatta da yansıtabilirseniz, o zaman algınız güçlenir ve markalaşmaya başlarsınız.
Modern zamanları yaşadığımız bu dönemde bir kentin markalaşmaksızın sosyal ve ekonomik alanda güçlenmesi pek mümkün görünmemektedir. Simon Anholt’un dediği gibi; “küçük köylerin bile, onlar hakkında biraz bilgiye sahip insanların gözünde marka imajları vardır. Hiçbir biçimde markaya sahip olmayan ülke, ancak hiç kimsenin adını bile duymadığı bir ülke olabilir.”
Yani, istesek te istemesek te, şehrimizin sahip olduğu olumlu veya olumsuz bir marka imajı oluşmaktadır. Bilinçli ve stratejik markalaşma ise, bu zorunlu süreci yönetmek ve istediğimiz mecralara, bizim için ekonomik ya da kültürel anlamda kar elde etmeye yönlendirmektedir
Bu basit bir süreç değildir. Şehri herhangi bir ürün gibi paketleyip, reklamlarla bir algı oluşturup satamazsınız. Şehir markalaşması sadece reklamcıların yapabileceği bir algı oyunu değildir.
Şehirler, yaratıcı sınıfların (creative class) destek ve önderliğinde yükselebilir. Sanat kültür, eğlence, eğitim, sanayi gibi alanlarda yeni fikirleri olan, teknoloji üretebilen, devrimci karakterde kişiler bu insanlar, şehirlerine sahip çıkarak, yaptıkları ile gurur duyup ve tıpkı bir misyoner gibi gece gündüz çalışmaktan yılmayarak şehirlerini markalaştırabilirler. Yazarların yanı sıra popüler kültür, (özellikle sinema) beynimize ülkeler ve şehirlerle ilgili imajları kazımaktadır.
Mesela, St.Petersburg, şehri Dostoyevski ile özdeşleşmiş, onun romanlarında okurları tarafından algılanmış, büyülü bir şehirdir. St.Petersburg, Dostoyevski’yi sahiplenmiş, bu büyük yazarın esin kaynağı olan bu şehri görmek isteyen insanlar için bir Dostoyevski müzesi oluşturmuş, tanıtım broşürlerinde Dostoyevski’yi ön plana çıkarmış, ve bu eşsiz kültürel mirasını değerlendirmeyi bilmiştir.
Veya çoğumuz Eyfel kulesini bir kere görmemiş olabiliriz. Buna rağmen, oturup onu çizebiliriz.
Gerçekten “Marka şehirler yaratmak”, aslında ülkemizin bir kalkınma ve belki de ekonomik anlamda bir kurtuluş modelidir. Bütün mesele doğal kaynakları, kültürel, tarihsel birikimleri, akılcı bir organizasyon ve yönetimle örgütleyerek önce yerel, sonra dış turizme hizmet sunarak gelir sağlayan bir hale getirebilmektir. Üç tarafı denizlerle çevrili, her bölgesi kendine özgü doğal güzelliklere sahip ülkemizin pek çok şehrinin çoktan marka olmuş olması gerekirdi.
Ülkemizde bu çapta marka şehir olmaya layık en önemli şehrimiz İstanbul olduğu halde, şehrin sembolü olan İstanbul boğazına ilişkin hediyelik eşya bulmak bile çok zordur. Dünya insanının kafasında İstanbul’la ilgili pek çok karmaşık bilgi mevcuttur. Bu şehir hala dış turizme bir paket gibi sunulacak, değerli bir cevher gibi kapışılacak hale gelememiştir.
2010 yılı Dünya Kültür Başkenti, İstanbul.
Bu durum, Türkiye’nin ve İstanbul’un markalaşması yolunda çok önemli fırsatlar sunmaktadır.
2010 Kültür Başkenti olan İstanbul için, kültür bakanlığı destekli büyük prodüksiyonlu bir film yaptırarak, dünya sinemalarında İstanbul’un tarihi, kültürel, turistik zenginliklerini sergilemek kimsenin aklına mı gelmedi acaba?
Ya da Yerel ve Merkezi idarecilerin işbirliği ile Zeytinburnu uluslar arası deri haftası, fuarı ve bu çerçevede düzenlenecek, defileler, konferans ve paneller ile yüzyıllardır dericilikte Dünya öncüsü olan Zeytinburnu’nun ülke ve ilçe ekonomisine ve tanıtımına nasıl etkilerde bulunacağı ortada değil midir? Tüm bunların yapılmıyor olması imkânsızlıklarla mı, beceriksizlik ve/veya tembellikle mi açıklanabilir?
Milano’yu bir moda kenti olarak bir marka şehirdir. Bunun için, yüksek kalitede, yenilikçi tasarımlara sahip giysiler üretmeniz, bu giysileri sergileyeceğiniz defileler düzenlemeniz ve bu defilelerin dünya çapındaki moda dergilerine yansımasını sağlamanız gerekir. Bunu yapmazsanız ne olur? Milano olamayıp, Zeytinburnu olursunuz. Zeytinburnu’nun dericilik üretiminde tutturduğu kalite Milano’yla veya daha başkaca moda şehirleri ile rekabet edebilecek seviyede olsa bile, Milano’nun sahip olduğu moda şehri olma vizyonuna sahip olmadığı için, dünya çapında rekabet etmesi zorlanıyor. Ancak ucuz fiyatlandırma politikasıyla var olmaya çalışınca da, karlılık düşük seviyede olmuş oluyor. Dünya çapında tanınmış markalarda böylelikle doğmuyor.
İstanbul’un marka şehir haline gelebilmesi için bence pek çok imkanlarını aşağıdaki başlıklarda özetleyebiliriz.
A)Şehrin üretim kapasitesi;
Ortadoğu ve balkanların en büyük sanayi kenti olan İstanbul’un bu şarta sahip olmadığını kim söylebilir ki?
B) Tarihsel dokusu;
Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na Başkentlik yapmış İstanbul, herhalde bu ölçek için Dünya çapındaki en uygun kenttir.
C)Kimliği;
Tarihsel ve kültürel zenginliği, tarih boyunca siyasal, sanatsal, sosyal ve kültürel açıdan çekim merkezi olan İstanbul’un kimliği konusunda şüphe olmaması gerekir.
D) Ticaret ve ulaşım kapasitesi;
İki kıtayı birleştiren deniz, kara ve hava yollarına sahip, kesişme noktası olan Boğaz’ı ile, Ortadoğu ve Asya’nın Ticaret ve ulaşım açısından köprü vazifesi gören Türkiye’nin bu kıstas açısından tartışılmayacağı bir gerçektir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Marka Şehir olmak açısından her tür imkâna sahip olan İstanbul’un neden hala yeterince bir Paris, Milano, Venedik vs gibi markalaşamadığını göstermek açısından, bir şarkı sözü durum açıklamaktadır sanırım;
‘’ Un var mı?
Var, Var.
Şeker var Mı?
Var var.
Yağ var Mı?
Var, var.
Ne duruyorsun? Helva yapsana, helva yapsana…’’
İstanbul’un ve Türkiye’nin tek eksiği helva yapacak ustalarının olmamasıdır.
Batıda, çok yıllar öncesinden benimsenmiş bir yerel kalkınma modelidir, marka şehirler yaratmak. Marka şehir olabilme başarısı, bir şehrin var olan kaynaklarını, turizme elverişli olarak pazarlanabilecek kadar değerli hale getirmek, bu kaynakları, şehrin bile sembolü olabilecek düzeye getirerek şehre ekonomik ve sosyal değer katmakla ölçülebilmektedir.
Merkezi ve yerel yöneticilere düşen en büyük görev, şehirlerinin markalaşmasının önünü açmak ve markalaşan şehirlerin ülke ekonomisine katkısını arttırmak için doğru politikalar üretmektir.
Markalaşmak, uzun soluklu, emek, sabır ve yatırım gerektiren stratejik bir iştir. Marka olma yolunda, farklılıklarınızın farkına varıp, ya da yeni farklılıklar oluşturup, bunları doğru şekilde aktarmak gerekir. Algıda oluşturduğunuz farkı, gerçek hayatta da yansıtabilirseniz, o zaman algınız güçlenir ve markalaşmaya başlarsınız.
Modern zamanları yaşadığımız bu dönemde bir kentin markalaşmaksızın sosyal ve ekonomik alanda güçlenmesi pek mümkün görünmemektedir. Simon Anholt’un dediği gibi; “küçük köylerin bile, onlar hakkında biraz bilgiye sahip insanların gözünde marka imajları vardır. Hiçbir biçimde markaya sahip olmayan ülke, ancak hiç kimsenin adını bile duymadığı bir ülke olabilir.”
Yani, istesek te istemesek te, şehrimizin sahip olduğu olumlu veya olumsuz bir marka imajı oluşmaktadır. Bilinçli ve stratejik markalaşma ise, bu zorunlu süreci yönetmek ve istediğimiz mecralara, bizim için ekonomik ya da kültürel anlamda kar elde etmeye yönlendirmektedir
Bu basit bir süreç değildir. Şehri herhangi bir ürün gibi paketleyip, reklamlarla bir algı oluşturup satamazsınız. Şehir markalaşması sadece reklamcıların yapabileceği bir algı oyunu değildir.
Şehirler, yaratıcı sınıfların (creative class) destek ve önderliğinde yükselebilir. Sanat kültür, eğlence, eğitim, sanayi gibi alanlarda yeni fikirleri olan, teknoloji üretebilen, devrimci karakterde kişiler bu insanlar, şehirlerine sahip çıkarak, yaptıkları ile gurur duyup ve tıpkı bir misyoner gibi gece gündüz çalışmaktan yılmayarak şehirlerini markalaştırabilirler. Yazarların yanı sıra popüler kültür, (özellikle sinema) beynimize ülkeler ve şehirlerle ilgili imajları kazımaktadır.
Mesela, St.Petersburg, şehri Dostoyevski ile özdeşleşmiş, onun romanlarında okurları tarafından algılanmış, büyülü bir şehirdir. St.Petersburg, Dostoyevski’yi sahiplenmiş, bu büyük yazarın esin kaynağı olan bu şehri görmek isteyen insanlar için bir Dostoyevski müzesi oluşturmuş, tanıtım broşürlerinde Dostoyevski’yi ön plana çıkarmış, ve bu eşsiz kültürel mirasını değerlendirmeyi bilmiştir.
Veya çoğumuz Eyfel kulesini bir kere görmemiş olabiliriz. Buna rağmen, oturup onu çizebiliriz.
Gerçekten “Marka şehirler yaratmak”, aslında ülkemizin bir kalkınma ve belki de ekonomik anlamda bir kurtuluş modelidir. Bütün mesele doğal kaynakları, kültürel, tarihsel birikimleri, akılcı bir organizasyon ve yönetimle örgütleyerek önce yerel, sonra dış turizme hizmet sunarak gelir sağlayan bir hale getirebilmektir. Üç tarafı denizlerle çevrili, her bölgesi kendine özgü doğal güzelliklere sahip ülkemizin pek çok şehrinin çoktan marka olmuş olması gerekirdi.
Ülkemizde bu çapta marka şehir olmaya layık en önemli şehrimiz İstanbul olduğu halde, şehrin sembolü olan İstanbul boğazına ilişkin hediyelik eşya bulmak bile çok zordur. Dünya insanının kafasında İstanbul’la ilgili pek çok karmaşık bilgi mevcuttur. Bu şehir hala dış turizme bir paket gibi sunulacak, değerli bir cevher gibi kapışılacak hale gelememiştir.
2010 yılı Dünya Kültür Başkenti, İstanbul.
Bu durum, Türkiye’nin ve İstanbul’un markalaşması yolunda çok önemli fırsatlar sunmaktadır.
2010 Kültür Başkenti olan İstanbul için, kültür bakanlığı destekli büyük prodüksiyonlu bir film yaptırarak, dünya sinemalarında İstanbul’un tarihi, kültürel, turistik zenginliklerini sergilemek kimsenin aklına mı gelmedi acaba?
Ya da Yerel ve Merkezi idarecilerin işbirliği ile Zeytinburnu uluslar arası deri haftası, fuarı ve bu çerçevede düzenlenecek, defileler, konferans ve paneller ile yüzyıllardır dericilikte Dünya öncüsü olan Zeytinburnu’nun ülke ve ilçe ekonomisine ve tanıtımına nasıl etkilerde bulunacağı ortada değil midir? Tüm bunların yapılmıyor olması imkânsızlıklarla mı, beceriksizlik ve/veya tembellikle mi açıklanabilir?
Milano’yu bir moda kenti olarak bir marka şehirdir. Bunun için, yüksek kalitede, yenilikçi tasarımlara sahip giysiler üretmeniz, bu giysileri sergileyeceğiniz defileler düzenlemeniz ve bu defilelerin dünya çapındaki moda dergilerine yansımasını sağlamanız gerekir. Bunu yapmazsanız ne olur? Milano olamayıp, Zeytinburnu olursunuz. Zeytinburnu’nun dericilik üretiminde tutturduğu kalite Milano’yla veya daha başkaca moda şehirleri ile rekabet edebilecek seviyede olsa bile, Milano’nun sahip olduğu moda şehri olma vizyonuna sahip olmadığı için, dünya çapında rekabet etmesi zorlanıyor. Ancak ucuz fiyatlandırma politikasıyla var olmaya çalışınca da, karlılık düşük seviyede olmuş oluyor. Dünya çapında tanınmış markalarda böylelikle doğmuyor.
İstanbul’un marka şehir haline gelebilmesi için bence pek çok imkanlarını aşağıdaki başlıklarda özetleyebiliriz.
A)Şehrin üretim kapasitesi;
Ortadoğu ve balkanların en büyük sanayi kenti olan İstanbul’un bu şarta sahip olmadığını kim söylebilir ki?
B) Tarihsel dokusu;
Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na Başkentlik yapmış İstanbul, herhalde bu ölçek için Dünya çapındaki en uygun kenttir.
C)Kimliği;
Tarihsel ve kültürel zenginliği, tarih boyunca siyasal, sanatsal, sosyal ve kültürel açıdan çekim merkezi olan İstanbul’un kimliği konusunda şüphe olmaması gerekir.
D) Ticaret ve ulaşım kapasitesi;
İki kıtayı birleştiren deniz, kara ve hava yollarına sahip, kesişme noktası olan Boğaz’ı ile, Ortadoğu ve Asya’nın Ticaret ve ulaşım açısından köprü vazifesi gören Türkiye’nin bu kıstas açısından tartışılmayacağı bir gerçektir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Marka Şehir olmak açısından her tür imkâna sahip olan İstanbul’un neden hala yeterince bir Paris, Milano, Venedik vs gibi markalaşamadığını göstermek açısından, bir şarkı sözü durum açıklamaktadır sanırım;
‘’ Un var mı?
Var, Var.
Şeker var Mı?
Var var.
Yağ var Mı?
Var, var.
Ne duruyorsun? Helva yapsana, helva yapsana…’’
İstanbul’un ve Türkiye’nin tek eksiği helva yapacak ustalarının olmamasıdır.
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.