Türk Mûsîkisi Tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi
Bu alan ve bu yapılanmalar, gerek tasavvuf vâdisinde, gerekse kültür-sanat tarihimizde eşi emsâli zor bulunur mânevî güzelliklerin tecellîgâhı, mücessem halleri olarak insanları uzaktan selâmlar. Burası âdetâ sur kapısından Istanbul’a, tarihî yarımadaya girmeden önce, bir mânevî arınma alanı olarak rûhları, gönülleri, dimağları sağaltan, ferahlatan bir te’sîre mâliktir. Tramvay ve metrobüs hattındaki Topkapı durağından yaya olarak bu alana intikal edildiğinde önce, kısaca Merkez Efendi olarak anılan Şeyh Merkez Muslihiddin Efendi (k.s) makamı, mescidi, kabristanı; onun yaklaşık üçyüz metre ilerisinde de, bir yanı yine Merkez Efendi kabristanıyla çevrili, eski adı Mevlevîhâne-i Bâb-ı Cedîd olan Yenikapı Mevlevîhânesi’nin cümle kapısı, binaları ve hâmûşânı, ziyaretçilerini karşılar. Böylelikle bu geniş alanın, Istanbul’un Fethinden bu yana, şehrin mânevî fetihlere, mânevî güzelliklere açılan nice benzersiz kapılarla da mücehhez olduğu anlaşılır.
Bu kutlu mekânlardan ilki olan Merkez Efendi külliyesi, mü’min kalplerin yöneldiği bir ziyâretgâh olarak her zaman cıvıl cıvıl, kitlevî bir teveccühe sahipken, - günümüzde bir üniversitenin yerleşkesi olarak tahsis olunmuş - Yenikapı Mevlevîhânesi, aksine daha dingin ve daha sükûnlu bir atmosfer içinde, ilim-irfan, kültür - sanat hizmetlerini sessizce sürdürmektedir. Biz bu yazımızda, özellikle Türk makam mûsikîsi ve kültürü bakımından ayrıcalıklı bir yere sahip olan Yenikapı Mevlevîhânesi’ni, tarihsel bağlamı, oradan yetişmiş değerleri ve bu suretle kültür sanat hayatımıza vâkî katkıları çerçevesinde ele alarak tanıtmaya gayret edeceğiz.
Fetihten hemen sonra Istanbul’da ilk mevlevî semâ’ının yapıldığı mekân, Kalenderhâne tekke-zâviyesidir. Burası sayılmazsa, Dîvâne Mehmed Çelebi adına kurulan ve ilk mevlevîhâne olan Kulekapısı (Galata) Mevlevîhânesi (149192)’nin ardından Istanbul’da tesis olunan ikinci mevlevî dergâhı, Yenikapı Mevlevîhânesidir. XVI. yüzyıl sonunda [H.1006/ M. 1597] Yeniçeri kâtibi Malkoç Mehmet Efendi tarafından Kemâl Ahmed Dede’ye hîbe yoluyla vakfedilen arâzî üzerinde kurulan Yenikapı Mevlevîhânesi, kuruluşundan, tekke ve zâviyelerin kapatıldığı 1925 yılına değin1 yalnızca Mevlevî âdâb ve erkânının neşvünemâ bulduğu bir dergâh (âsitâne) değil, aynı zamanda gerek dînî, gerekse dindışı Türk mûsikîsinin, ilhâmını Mevlevî kültüründen alan Mevlevî tekke mûsikîsi, câmî mûsikîsi ve bunlar dışında kalan diğer makam mûsikîsi eserleriyle ilmî çalışmaların da başta gelen bir üretim ve uygulama mekânı olmuştur.
Kurulduğu günden sırlandığı vakte kadar, mûsikîmizin Mevlevî Tarîkati koluna mensup veya muhib bestekâr, nazariyeci ve icrâcılarından nicesi bu dergâhtan aldıkları mânevî feyz ve ilhamla ortaya koydukları eserler ve orada yaptıkları hizmetlerle mûsikî tarihimizin unutulmaz isimleri arasında yer almışlardır. Her mevlevîhânede olduğu gibi Yenikapı Mevlevîhânesi’nde de hizmette bulunan dergâh ahâlîsi (ihvân) içerisinde genel olarak mûsikîşinas nitelemesi içine giren meslek ve görevler itibâriyle başlıca bestekâr, neyzenbaşı, neyzen, kudûmzen, kudûmzenbaşı, kemânî/ rübâbî, hâfız, nâ’thân, âyînhân, aşirhân, müezzin, imam, semâzen vb. alt başlıklarında vâkî tesbitlerimizi, mümkün mertebe kronolojik bir akış içinde takdîme çalışacağız.
YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ’NİN MÛSİKÎ TARİHİMİZDEKİ YERİ
Mevlevî dergâhlarının temel işlevi, Hz. Mevlâna (k.s)’dan kaynaklanan mevlevî umdeleri, âdâb ve erkânı zemîninde, “vahdet” inancına hizmettir. Bunu sağlama, artırma ve güçlendirme yolunda, mevlevîhâne postnişîni olan dönemin şeyh efendisinin irşâd ve riyâsetinde mesnevî şerhinin yapılması, “mevlevî usûlü”nün yânî “semâ mukabelesi”nin haftanın belli gün ve akşamlarında îfâ edilmesi esastır, âdettendir. Bu mukabele akşamlarında, meydan uyandırılır, postnişin efendinin huzûru ile mutrîb ve semâ (mutribân ve semâzenler) heyetine dâhil dervişler meydanda (semâhâne/ ism-i Celâl meydanı) yerlerini alırlar, mevlevî âyin-i şerîfi eşliğinde usûlü gerçekleştirirler. Usûlün belli başlı görev üstlenicileri sırasıyla, postnişin (şeyh efendi/ ler), meydancı dede, semâzenbaşı, neyzenbaşı, kudûmzenbaşı, hâfız-ı Kur’an/ aşirhân ve na’thân yanında, semâ ve mutrîb heyetini teşkil eden semâzen, âyinhân ve sâzendegândan oluşan diğer canlar/ dervişlerdir. Bu dergâh mensûbları dışında, semâhâneyi çevreleyen maksûrelerde (kafes veya parmaklıkla ayrılmış özel bölümlerde) muhibbân ve müdâvim sıfatıyla hanımlar, dönemin pâdişahı ve devlet adamları ile her sınıf halktan kimseler de mukabeleye (usûle) mânen iştirâk etmişlerdir.
Mevlevî usûlünde gerçekleştirilen zikrin adı, “semâ”dır. Bu yüzden mevlevî usûlünün en yaygın adı da “semâ mukabelesi”dir. Semâ mukabelesi, bestekârı bilinmeyen (Pencgâh, Dügâh ve Hüseynî makamlarında) üç kadîm âyîn-i şerif, bestekârı bilinen ilk âyîn olarak Köçek Derviş Mustafa Dede (doğ: H. 1095 / M. 1683)’nin Beyâtî makamındaki âyîn-i şerîfi yanında, diğer mevlevîhânelerden ve Yenikapı Mevlevîhânesi’nden yetişmiş bestekârların besteledikleri muhtelif âyîn-i şerîflerin icrâsı sûretiyle yapılagelmiştir. Icrâsıyla semâ mukabelesi yapılan âyinler, “meydan görmüş” olarak nitelenir. Böylelikle Yenikapı Mevlevîhânesi, hem kadîm âyinlerin, hem de onlara ilâve olarak –zaman içinde– yeni bestelenmiş birçok âyîn-i şerîfin de ilk kez meydan gördüğü bir “ism-i Celâl meydanı”, bir “evliyâ’ullah meydanı”dır.
Semâ mukabelesi ile meydana çıkmak, hem semâ eden, hem de mutrîbde (mevlevîhânelerde âyin sırasında neyzen, kudümzen, âyinhan vb.nin birlikte mûsikî icrâ ettikleri yer) yer alan mûsikîşinas dervişler bakımından, meşklerinin, seyr-i sülûklerinin, yâni dergâhta görmeleri gerekli, hizmet ve eğitimlerinin tamamlanmış olmasını gerekli kılar. Dergâha “ikrar vererek intisâb eden”ler başlangıçta, “nev niyâz canlar” olarak anılır. Dergâhtaki hizmetleri (seyr-i sülûkları) matbah-ı şerîf/ matbâh-ı Mevlânâ’ya dâhil olmakla başlar. Sırasıyla önce arakîyeleri, hizmet/çile döneminden veya meşklerinin hitâmından sonra da sikkeleri tekbirlenerek, şeyhinin ruhsatıyla, meydana çıkmaya hak kazanırlar. Binbir günlük mevlevî çilesini tamamlayan canlar “dede” sıfatını kazanır, bunlardan bazıları (husûsî kabiliyetleri de göz önüne alınarak) “hücrenişîn” olurlar, yâni kendilerine tahsis olunan küçük oda mekânlarında diğer nevniyâz, müdâvim veya tâliplere, alanlarına (şiir, mûsikî, hat, tasavvuf, ilh.) uygun ders vermeye, bildiklerini aktarmaya (meşke) mezûn olurlar.
Yenikapı Mevlevîhânesi, kuruluşundan, tekke ve zâviyelerin kapatıldığı 1925 yılına değin yalnızca Mevlevî âdâb ve erkânının neşvünemâ bulduğu bir dergâh değil, aynı zamanda ilhâmını Mevlevî kültüründen alan eserlerin üretim ve uygulama mekânı olmuştur. İşte Yenikapı Mevlevîhânesi de bu esaslar çerçevesinde tarîk-i aliyye-i Mevlevîye’ye dâir hizmetlerin yürütüldüğü, tasavvuf, kültür ve san’at hayatımıza son derecede önemli katkıların yapılmasına imkân vermiş, bünyesinde sayısız sanatkârın, bestekâr ve icrâcıların yetişmesine yol açmış bir ilim, irfan ve irşâd merkezi vasfı ile mûsikî tarihimizdeki saygın yerini almıştır.
YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ’NDEN YETİŞMİŞ VEYA HİZMET ETMİŞ MÛSİKÎŞİNASLAR
Yenikapı Mevlevîhânesi ile bağlantılı ilk mûsikîşinâsın Buhûrîzâde Mustafa “ITRΔ Çelebi (1640? – 1712?) olduğu kaydedilir. Türk mûsikîsinin en büyük bestekârı sayılan Itrî’nin, nutk-u şerîfi Hz. Mevlânâ’ya ait olan ve Rast makamında bestelediği Na’t-ı Mevlânâ’sı ile Segâh makamındaki mevlevî âyîn-i şerîfi, O’nun mevlevî olduğuna muhakkak gözü ile bakılmasını sağlayan başlıca delillerdir. Raûf Yektâ’nın, “Itrî gençliğinde her hafta Pazarertesi ve Perşembe günleri mahallesine yakîn olan Yenikapı Mevlevîhânesi’ne devam eder ve mûsikîye hissettiği şiddetli hevesini tekkede dinlediği âyinlerden aldığı rûhânî neş’e ile tatmîne çalışırdı... O tarihlerdeYenikapu dergâhında Câmî Ahmed Dede (vefatı 1082 M.1671) isminde âlim ve fâzıl bir zâtın şeyh olması pek çok kimseleri oraya cezb ediyor, tekkede parlak mevlevî âyinleri yapılıyordu. Bu münâsebetle dergâh Istanbul’un en meşhur musikî üstadlarının toplanma yeri olmuştu.” sözleri, Itrî’nin yaşadığı döneme ışık tutar.
Kendi güfteleri yanında ekseriyetle Fuzûlî, Nev’î, Şehrî, Nâbî gibi şâirlerin ve arkadaşı Nazîm’in şiirlerini besteleyen Itrî’nin dindışı formlardaki eserleri yanında asıl kudreti, dînî mûsikî verimlerinde görülür. Bestelendiği günden bu yana bilumum semâ mukabelelerinin başlangıcında okunması hiç terkedilmemiş Rast Na’t-ı Mevlânâ’sı ile mukabele edilen Segâh âyîn-i şerifi, ilk kez Yenikapı Mevlevîhânesi’nde meydan görmüş; yine Segâh tekbîr ile Salât-ı ümmiye’si yanında tevşîh, ilâhî gibi diğer tekke ve câmî mûsikîsi verimleri de başta Yenikapı Mevlevîhânesi, diğer dergâhlar ve câmîlerde asırlar boyu seslendirilerek “vahdet” inancını pekiştiren ses âbideleri olarak günümüze intikal etmiştir.
ITRÎ’DEN SONRAKİ DÖNEM
Itrî’nin (XVII. yüzyıl) Segâh âyîn-i şerîfinden sonra XIX. yüzyıla gelinceye kadar mevlevî âyinleri bestekârlığı sahasında, Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Kutb-ı Nâyî Osman Dede Efendi (1652? – 1730)’nin Hicaz, Rast, Uşşâk ve Çargâh âyin-i şerifleri dışında ism-i Celâl meydanlarını tezyîn eden, tanınmış çok sayıda âyîn ne yazık ki görülmemektedir. Bu dönemsel verim kısıtlılığında, mûsikînin “dînen câiz olmadığı, bid’at olduğu, mevlevîlerin çalgı çalıp, tahta deptikleri” yollu bir dizi akıl ve bilim dışı tezvîrât sonucu bir süre mevlevîhânelerin sırlanmasına yol açan olumsuzlukların da rolü olabilir2. Mevlevî tekke mûsikîsi verimlerinin giderek, özellikle III. Selîm döneminden (XIX. yüzyıl) itibâren yeniden arttığı görülür. III. Selîm’in ve sonrasında da II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Abdülaziz ve V. Mehmed Reşad’ın mevleviyete derin hürmet ve muhabbetleri neticesinde bu yoldaki hizmet, teşvik ve örnek patronajları da alandaki verimliliği destekleyen başlıca neden olmuştur.
İlk postnişîn Kemâl Ahmed Dede Efendi’den sonra, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhliğini üstlenen, hepsi de Kur’ânî ilimler ve tasavvuf irfânı ile donanımlı, çoğu mesnevîhân, toplam yirmi şeyhin dördüncüsü olan Câmî Ahmed Dede’nin Itrî’yle olan münâsebeti dışında, altıncı şeyh Nâci Ahmed Dede’nin “Nâya âhenk etti mutrib devr edip câm-ı şarâb / Mevlevîler gibi girdiler semâ’a her habâb” beyti, kulağımıza Itrî sonrasının bizce muhâl semâ mukabelelerinden âşıkâne sesler taşır. Dergâhın onüçüncü şeyhi Kütahyavî Ebûbekir Dede Efendi’nin 1745 yılında meşîhat makamına tâyininden, dergâhların kapanmasına kadar geçen toplam yüzseksen yıl boyunca, evlâtlarının ve torunlarının postnişîn olarak hizmet ettikleri ikinci bir dönem açılmıştır Yenikapı Mevlevîhânesi’nde. Ebûbekir Dede Efendi’nin evlâdından Ali Nutkî Dede, Abdülbâkî Nâsır Dede, Hüseyin Receb Hüsnî Dede, Abdürrahîm Künhî Dede, Osman Selâhaddin Dede, Mehmed Celâleddin Dede ve Mehmed Abdülbâkî Dede Efendilerin meşîhatleri ile süren yaklaşık bu iki asırlık dönem, Mevlevî tekke mûsikîsinin de Türk mûsikîsi tarihinin de en parlak dönemini oluşturur.
Tasavvûf vâdîsindeki donanımları yanısıra, birçoğunun neyzen, neyzenbaşı, mûsikî âlimi, kudûmzenbaşı, tanbûrî, bestekâr hüviyetleri de bulunan bu son devir şeyhlerinin zamân-ı meşihâtlerinde âsitânede yetişen veya hizmette bulunan pek çok mûsikîşinasın isimlerini, âsitâneye gelişlerini, meslek ve hizmetlerini gözlemlemeye imkân vermek üzere bir tür rûznâme (günce) veya sâlnâme (yıllık) hükmündeki Defter-i Dervişân’a, Ali Nutkî Dede’den itibâren kaydetmiş olmalarının değeri büyüktür. Yenikapı Mevlevîhânesi’nde özellikle son yüzseksen yılda gerek dergâha, gerekse mûsikîye hizmet etmiş olan her kademedeki mûsikîşinaslarla eserleri, Defter-i Dervişân kayıtları ve diğer yazılı kaynaklardan elde olunan bilgiler eşliğinde şöylece özetlenebilir:
Sûzidilârâ makamında bestelediği âyîn-i şerîfi ile mevleviyete olan derin bağlılığını izhâr eden Sultan III. Selîm Hân (24. 01. 1761 – 29. 07. 1808)’ın Yenikapı Mevlevîhânesi ile olan irtibâtı, Şeyh Ali Nutkî Dede Efendi dervişânından Derviş Hamamizâde Ismâil’in “Zülfündedir benim baht-ı siyâhım” mısrâı ile başlayan Bûselik makamında ve şarkı formundaki ilk eserinin, Istanbul mûsikî mahfillerinden saraya ulaşması ve hünkârın bu eserin bestekârını, dergâhta henüz çilede iken, Musâhib-i Şehriyârî Vardakosta Ahmed Ağa mârifetiyle huzûra celbetmesi ile başlar. III. Selîm’în sıklıkla ziyâret ettiği Galata Hankâhı’nın Şeyhi şâir Es’ad Galib Dede de Ali Nutkî Dede’nin dervişidir. Diğer taraftan Yenikapı Şeyhi Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi’nin, III. Selîm’in arzusu ve yönlendirmesi sonucu kaleme aldığı Tedkîyk ve Tahkîyk ile hünkârın sûzidilâra peşrev, âyîn-i şerif ve semâîsini nota yazısı ile kaydedip huzûr-u saâdet makrûnlarına arzettiği Tahrîriye risâleleri, sarayla Yenikapı Âsitânesi münâsebetinin ne denli yakın, hattâ içiçe olduğunu göstermeye kâfîdir. Şehzâdeliğinden itibâren mûsikî ve şiirle meşgûl olan, İlhâmî mahlâsı ile şiirler kaleme alan ney ve tanbûr çalan III. Selîm Hân, aynı zamanda devrinin büyük ve velût bir bestekârı, örnek bir sanat ve sanatkâr hâmîsi olarak da târihe geçmiştir.
Mevlevî tekke mûsikîsinin şâheserlerinden addolunan III. Selîm Hân’ın “Dilberi vü bi dili esrâr mâst” nutku ile başlayan Sûzidilârâ âyîn-i şerîfinin baş kısmının, Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi’nin Tahrîriye isimli yazmasındaki şeklini aşağıda veriyoruz. Dönemin önemli bestekârlarından birisi, Mevlevîhânenin onyedinci şeyhi Künhî Abdürrahîm Efendi’nin talebesinden, III. Selim Han’ın musâhiblerinden ve Galata Mevlevîhânesi kudûmzenbaşısı Derviş Mehmed’in arkadaş ve yârânından Vardakosta nâmıyla mârûf Musâhib Seyyid Ahmed Ağa (1728? – 1795) dır. Mevlevî tarîkatına cezbe derecesindeki tutkusu sebebiyle, mûsikîdeki yetenek ve kavrayışını geliştirmeye gayret sarf eden Ahmed Ağa, Hicaz, Nihâvend ve Sabâ makamlarında üç âyîn-i şerîf bestelemiş, bunları sıklıkla zamanın büyük zâtleri huzûrunda terennüm ederek, dinleyenleri fevkalâde “neşveyâb” eylemiştir. Muhtelif makamlardan bestelediği nâdîde peşrevleri ile de takdir toplayan Musâhib Ahmed Ağa’nın Sabâ makamında bestelemiş olduğu âyîn-i şerîf, her nedense umûmîleşemeden unutulanlar arasındaki yerini almış, günümüze erişememiştir. 1795 yılında fânî âleme vedâ eden ve Galata Mevlevîhânesi’nde sırlanan Seyyid Ahmed Ağa’nın vefâtı hakkında Şeyh Gâlib, şu tarihi inşâd buyurmuştur: “Musâhib Seyyid Ahmed ol hünermend / Ki olmuştu bu dehre pîr-i farâb / Vefâtında dedim târih Gâlîb / Musâhib oldu hâmuşâne ahbâb.”
Dönemin bir diğer önemli ismi, aynı zamanda hâfız-ı kelâmullah, âyînhân, neyzen ve bestekâr vasıfları ile de bilinen, Üsküdar, Yenikapı ve Galata Mevlevîhâneleri’nde Kudûmzenbaşı olarak hizmet etmiş Abdürrahim Şeydâ Dede Efendi [ö: H. 1214/M. 1790] dir; Istanbulludur. “Fukarâ-i tarîkat-i Halvetiyeden bir zâtın oğlu” olan Şeydâ Dede’nin gözlerinin genç yaşlarından başlayarak görmediği ve bu sebeple “mûsikîye intisab ve o yüzden temîn-i mâişet mülâhazasiyle mevlevîhânelere girmiş” olduğu zikredilmiştir. Hâfız Şeydâ Dede’nin aynı zamanda, şiir söyleme kabiliyeti de olduğundan, bestelerinin güftelerini mutlaka kendisi nazm etmek mûtâdı olduğu da bilinir. Aşağıdaki beyitler O’nun şâir husûsiyetine örnek teşkil eder: “Kul oldum bir cefâkâre cihân bâğında gülfemdir / Mecâlim yokdur inkâre firâkı bana mâtemdir / Gönül sevdi o şehbâzı tükenmez şîve vü nâzı / Güzellerin serefrâzı gören vaslına irsem dir.”
Irak makamındaki hârikulâde bir âyîn-i şerîfin bestekârı olarak şöhret bulan Şeydâ Dede, dindışı mûsikî alanında da birçok makamlarda eserler bestelemiştir. Abdürrahim Şeydâ Dede Efendi vefâtının ardından, Üsküdar Mevlevîhânesi’nin meşâyiha mahsus makberesine defnedilmiştir. XVIII. yüzyıldan itibaren Ebûbekir Dede’nin üç oğlu ve torunlarının şeyhlikleri dönemine tanık olduğumuza yukarıda değinmiştik. Dede’nin üç oğlundan ilki olan Seyyid Ali Nutkî Dede Efendi (27.07.1762 – 4.9.1804), 1775 tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ondördüncü şeyhi olarak posta geçmiş, otuz yıllık meşîhât hizmetinin ardından 1804 de kırküç yaşında vefât etmiştir.
Ali Nutkî Dede’nin 26 Mayıs 1799’dan itibâren tutmaya başladığı Defter-i Dervişân kayıtları hem Yenikapı Mevlevîhânesi, hem de mûsikî, edebiyat ve kültür tarihimiz bakımından fevkalâde önemli bilgiler içeren kayıtlardır. Buna göre, Ali Nutkî Dede’nin şeyhliği zamanında, “hücrenişîn olan canlar”dan (türbedâr) Derviş Mehmed, Na’thân, H.1190; Derviş Mehmed, Mûsikârî, H. 1190; Koca Derviş Ömer, Neyzen, H. 1191; sonradan Filibe Şeyhi olan Derviş (Seyyid) Hasan, neyzenbaşı, H. 1204; sonradan Galata, Beşiktaş, Kasımpaşa hânkâhlarında neyzenbaşı olan Derviş Mehmed Emin, neyzen idiler. Yine Ali Nutkî Dede döneminde “matbâh-ı şerîf”de “çille güzîn” olan canlar arasında (matbaha geliş tarihleriyle): Istanbulî Derviş Es’ad Galib H.1198; (Zileli) Derviş Ibrahim, Hâfız H.1203; Derviş Ebûbekir, Hâfız; H. 1203 ve Hamamcızâde Derviş Ismâil Istanbulî, H. 1212 bulunuyor; semâ-ı şerîfi meşk edip mukâbele-i şerîfe giren canlar ise şu isimlerden oluşuyordu: (Birâder) Abdülbâkî [Nâsır] H. 1190; (Birâder) Abdürrahim [Künhî] H. 1191; Derviş Es’ad Galib H.1199; Derviş Ismâil Hamamcı, Istanbulî H. 1213.
Yine Ali Nutkî Dede’nin kaydettiği:Kemânî, Azizî Mehmed Ârif Ağa, sene 1203; Neyzen Ali Beğ, sene 1212; (Birâder-i Derviş Nuri) Kemânî Ahmed Ağa, sene 1210 (DD1/ 15 b) ile Hâfız Mustafa Ağa ez çavuşân-ı harem-i hümâyûn, sene 1214; Bülbül Hâfız Efendi, türbedâr-ı sultânî’nin zâdesi, sene 1215 (DD1/ 16 a) isimleri de dikkat çeker. Raûf Yektâ Bey Dede Efendi’yi anlatırken: “Dede’nin hem mürşîdi, hem de fenn-i mûsikîde üstâdı” olan Şeyh Ali Nutkî Dede’nin vefâtından az bir zaman önce “Şevk-u tarâb” makamında bestelediği âyîn-i şerîfi, şâkird-i güzîni Dede Efendi’ye ithâf ettiğini” bildirir. Böylece Seyyid Ali Nutkî Dede Efendi, 19 Rebiülâhır 1219 (28 Temmuz 1804) târihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde meydan gören, “Ey hasret-i hûbân-ı cihân rûyi hoşest” nutk-ı şerîfi ile başlayan Şevk-u tarâb âyîn-i şerîfinin bestekârı olarak mûsikî tarihimizdeki yerini alır. Merhûm şeyhin vefâtına şâir Sürûrî tarafından yazılan tarihlerden ilki: “Târih-i fevtini diye rıdvân duâm odur / Kevser safâsı eyledi Seyyid Ali Dede” ve diğeri de “Olunca kurb-ı Hüdâya revân dedim târih / Dîdî Ali Dede “Hû” çıkdı tekye-i tenden.” beyitleriyle son bulur ve her iki târih beyti de Nutkî Dede’nin vefât tarihi H. 1219’u (1804) işâret eder.
Şeyh Ebûbekir Dede’nin ikinci oğlu ve Şeyh Seyyid Ali Nutkî Dede Efendi’nin vefatından sonra Yenikapı Mevlevîhânesi’nin onbeşinci şeyhi sıfatiyle postnişîni, kardeşi Seyyid Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi (H.1179/M. 1765 – H. 1236/M. 1821) olmuştur. Vâlideleri yolu ile Kutb-ı Nâyî Osman Dede Efendi’nin de torunu olan Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi (Nâyî Osman Dede Efendi, oğlu Abdülbâkî Sırrî Dede ve onun kızı Saide hanım yolu ile herbiri âlim ve bestekâr olan Ali Nutkî Dede Efendi, Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi ve Künhî Abdürrahîm Dede Efendi’lerin de büyükbabasıdır.), küçük kardeşi Abdürrahim Künhî Dede Efendi ile ardarda meşklerini tamamlayarak Mevlevîhâne-i Bâb-ı Cedîd’in, kendisi “neyzenbaşı”lık ve Künhî Dede de “kudûmzenbaşı”lık hizmetlerini, “meydana çıkmak” sûretiyle derûhte etmişlerdir.
Nâsır Dede, mûsikî ilmine çok önem vermiş ve matematik/fizik ilminin mûsikîye ilişkin ses ve sadâ ihtizazları hakkında eskilerin yazdıkları kitapları uzun uzadıya tedkîk ederek bu yolda da büyük hüner sahibi olmuştur. III. Selim nâmına yazdıkları Tedkîyk ve Tahkîyk isminde bir mûsikî risâlesiyle, sonradan hurûfâtla yazılıp altında rakamla süreleri işâret edilmek sûretiyle bir Türk notasının usûl ve kaidelerinden bahseden Tahrîriye nâmiyle bir risâle daha yazmışlardır. Bu nota ile Üçüncü Selîm’in Sûzidilâra makamındaki âyinleriyle yine bu makamdan olan pek değerli peşrevlerini ve Musahib Seyyid Ahmed Ağa’nın peşrevini de bu nota ile yazıp risâleye zeyl ederek hünkâra takdîm etmiştir. Aynı zamanda bestekâr olan Abdülbâkî Nâsır Dede’nin, Isfahan ve Acembûselik makamlarında besteledikleri iki büyük âyîn mevlevîhâneler açıkken okunmakta idi. Ne yazık ki (kendi icâdı olan notalama yöntemi ile kaydedilmediği için) Isfahan makamındaki âyin bugün unutulmuş eserler arasındadır.
Tedkîyk ve Tahkîyk ve Tahrîriye müellifi ve bestekâr Abdülbâkî Nâsır Dede, kendi terkîbleri olan Dilâvîz, Rûhefzâ, Gülrûh, Dildâr ve Hisar-kürdî makamları ile yirmiiki zamanlı ve onbir darblı Şirin adını verdiği bir usûl kalıbının da mübdîi olarak mûsikî ilim ve sanatına önemli katkıda bulunmuştur. Abdülbâkî Nâsır Dede’nin zamân-ı meşîhatlerinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde bulunmuş diğer mûsikîşinaslardan bazıları hakkında şunları kaydettiğini görüyoruz:
“Ammizâde Neyzenbaşı Derviş Mehmed eş’şehir bi-tarikatçı, sene 1225; Kemânî ya’ni Rebâbî Seyyid Derviş Mehmedzâde; Kemânî ya’ni Rebâbî, duacı, Derviş Ali, sene 1221; Neyzenbaşı Hezârfen Mücellid Derviş Mustafa sene 1219 Semâzenbaşı ve aşirhân Konevî Derviş Ali, sene 1224; Müezzin Mûsâ Dedezâde Derviş Osman Bahâeddin, sene 1224; Müezzin Kerestecizâde Nuri Derviş Mustafa, sene 1225; Vefât-ı Seyyid Hâfız Efendi el Mevlevî, ser kudûmzenân-ı Mevlevîhâne-i Beşiktaş; vefât-ı Derviş Emin, Serneyzenân-ı Mevlevîhâne-i Galata ve Kasımpaşa ve Beşiktaş. Merhûm Derviş Emin Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde esbâk Neyzenbaşı Direk Ali demekle mâ’rûf Derviş Ali’nin küçük oğlu olup ve Neyzenbaşı Çalılı Derviş Mehmed’in şâkirdlerinden idi. Ve Galata Mevlevîhânesi matbâhında Şeyh Selim Dede Efendi’nin eyyâmında çillegüzîn dahî olmuşdu. Ve Çalılı Dede vefât eylediğinde bu üç dergâha Neyzenbaşı olmuşdu. Kasımpaşa dergâhında hücresinde vefât eyleyip dört beş günden sonra mâlûm olup Kasımpaşa dergâhına defnolunmuştur. Derviş Ali Beğ, Çalılı Derviş Mehmed gibi ve Derviş Emin gibi dergâh-ı selâseye neyzenbaşı olmuştur.” … Devamla: “Müezzin Osman Efendi sikke giymiştir, sene 1251; Ameden-i Akşehirli Derviş Hâfız Ömer, sene 1233; (Arakiyye giyen muhibbândan) Mukabele Kalemi kâtiplerinden Neyzen Salih Efendi, sene 1234; Kemânî, duacı Seyyid Derviş Ali’yi Neyzenbaşı eylediğimiz, sene 1229; Kerestecizâde Derviş Mustafa’yı Aşirhân eylediğimiz, sene 1229; Kerestecizâde Derviş Mustafa’yı müezzin eylediğimiz, sene 1230; Edirneli Derviş Hacı Hasan’ı müezzin-i sânî eylediğimiz, sene 1232; Edirneli Derviş Hacı Hasan’ı imam eylediğimiz, sene 1234; Derviş Süleyman’ı müezzin-i sânî eylediğimiz, sene 1234; Edirneli Derviş Hacı Hasan’ı Neyzenbaşı eylediğimiz, sene 1234; Yivsizzâde Karahisârî Derviş Mustafa’yı müezzin-i sânî eylediğimiz, sene 1235; Kerestecizâde N’athân-ı dergâh Mustafa Nûrî Dede, sene 1233. Vefât-ı ammizâdemiz Neyzenbaşı Seyyid Derviş Mehmed eş-şehir. Merhûm Derviş Mehmed eyü neyzen idi ve hâmûşânda pederi Seyyid Osman Dede’nin yanında medfûndur. Rahimetullah.”
Yenikapı Mevlevîhânesi’nde, usûller (semâ mukabelesi) dışında belli zamanlarda, Mevlîd-i şerif ve Mîrâciye-i şerîfe kıraatlerinin de yapıldığını yine Abdülbâkî Nâsır Dede’nin Defter’e düştüğü kayıtlardan öğreniyoruz. Nâsır Dede, onyedi sene şeyhlikde bulunduktan sonra, hicrî 1236 yılında irtihâl-i dâr-ı beka’ ederek, tekkenin türbesinde büyük kardeşi Ali Nutkî Dede Efendi’nin yanına defnedilmiştir.
Nâsır Dede’den sonra Yenikapı Mevlevîhânesi’nde önce oğlu Seyyid Hüseyin Receb Hüsnî Dede postnişîn olmuşlardır. Şeyh Seyyid Hüseyin Receb Hüsnî Dede Efendi de Defter-i Dervîşân’a düştüğü kayıtlarla mevlevîhâne/ler/deki mûsikîşinaslar hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlar. Şeyhin defterdeki ilk kaydı, peder-i muhteremleri Seyyid Abdülbâkî Nâsır Dede’nin vefatına ilişkindir. Hüseyin Hüsnü Dede’nin diğer dönem mûsikîşinasları ile ilgili bazı kayıtları da şöyledir: “Vefât-ı kemânî ya’ni rebâbî Seyyid Mehmed Ali Dede fî 8 C sene 1236; Vefât-ı kudûmzenbaşı Mehmed Dede; vefât-ı Helvacı Mehmed Dede, fî gurre-i S sene 1245. Merhûm fil’asl Beşiktâşî olup çend-sâl Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde kudûmzenbaşılık hizmetinde olup edâ-yı hizmet ederek irtihâl-i dâr-ı beka’ eylemiştir. Vefât-ı Ser-neyzenân Ali Beğ Dede, fî 10 Ra sene 1245.
Henüz yirmisekiz yaşında iken vefât eden Hüseyin Receb Hüsnî Dede’den sonra Yenikapı Mevlevîhânesi’ne amcası ve Şeyh Ebûbekir Efendi’nin en küçük oğlu ve Nâsır Dede’nin kardeşi Seyyid Abdürrahim Künhî Dede Efendi (1769 – 1831) postnişîn olmuştur. Künhî Dede’nin asıl adı Abdürrahîm Dede Efendi’dir. Künhî, mahlâsıdır. Mûsikî fenninde “ikinci Fârâbî” nâmını almış ve edebiyat sahasında da o zaman yüksek bir yer tutmuş olan Abdürrahîm Dede, âsitânede kudûmzenbaşıdır. Raûf Yektâ’nın, “aynı makam çerçevesinde olmasına rağmen monotonluktan müberrâ” sözleri ile vasfettiği ve 1205 senesinde Hicaz makamında besteledikleri, “Men âşık-ı ân hasenem / Işk est münâcâtem” nutk-ı şerîfi ile başlayan âyîn-i şerîf, ilk önce Yenikapı Mevlevîhânesi’nde meydan görmüştür. Galata Mevlevîhânesi’nde kudûmzenbaşı olan Derviş Mehmed ile bestekâr, kudûmzen ve neyzen Musâhib Seyyid Ahmed Ağa da Künhî Abdürrahim Dede’nin yetiştirmelerindendir. Künhî Abdürrahîm Dede, kendi vefâtı târihi olan 1247 (1831) senesine kadar iki yıl müddetle mevlevîhânenin şeyhliğini yapmış ve yine orada defnedilmiştir.
İSMAİL DEDE EFENDİ
Dönemin, Yenikapı Mevlevîhânesi’nden yetişmiş en önemli şahsiyeti, büyük bestekâr Ismâil Dede Efendi (9 Ocak 1778 – 29 Kasım 1846)’dir. Istanbul’a göçüp Şehzâdebaşı’nda bir hamam satın alarak hamamcılığa başlamış Kesriyeli Süleyman Ağa’nın, Rukîye hanımla izdivâcından doğan Ismâil, Hammâmîzâde Ismâil Dede Efendi ismiyle şöhret bulmuş, XIX. yüzyılda yetişen en muktedir mûsikîşinâsların başında gelir. 1191 Zilhiccesinin onuncu günü, Şehzâdebaşı’n daki evlerinde doğmuştur. Küçük Ismâil yedi sene müddetle, hem hocası Mehmed Emin Efendi’nin mûsikî derslerine ve Pazartesi – Perşembe günleri de Yenikapı Âsitânesi’ne devamla o tarihte oranın şeyhi Ali Nutkî Dede’den mûsikînin inceliklerini öğrenmiş, mûsikî tâlimi sırasında tekkenin mukabelelerine girmiş, mevlevîliği sevmiş ve binbir gün çile çıkarmak üzere âsitâne “matbâh-ı şerîf”ine dâhil olmuş, çilesini tamamlayarak “dede” unvânını almıştır.
Makam mûsikîsinin, kâr, murabba’, nakş, semâî, şarkı, köçekçe gibi her formunda, birbirinden nâdîde eserler besteleyerek yüksek bestekâr vasfına erişen musâhib-i şehriyârî Dede Efendi, III. Selîm’in hâl’i ve elîm vefâtından sonra, muntazaman Yenikapı Âsitânesi’ne devâm etmiş ve “ism-i Celâl meydanı”nda na’t ve âyîn-i şerîf okumuştur. Dede’nin, meydanda hangi makamdan âyîn-i şerîf icrâ olunacaksa, Itrî’nin Rast makamındaki na’t-ı şerîfini, o makama tebdîl ve tahvîl edip okuyarak, çevresinde hayranlık uyandırdığı ve bu yolla, makam sanatının şâhikasına varmış olduğu rivâyetler arasındadır.
Yüzaltmışın üzerinde eser bestelemiş olan Dede Efendi’nin, Mevlevî âyinleri bestekârlığında da yedi adet âyîn-i şerîfi ile ilk sırayı işgâl ettiği görülür. Ismâil Dede Efendi’nin bestelediği mevlevî âyinleri, bestelenme sırasına nazaran şunlardır: Sabâ âyin (ilk âyîni), ilk seslendirilişi: 17 Cumâdelâhır 1239 (18 Şubat 1824 - Çarşamba), Yenikapı Mevlevîhânesi’nde; Nevâ âyin (ikinci âyin), ilk mukabelesi: 17 Şaban 1239 (17 Nisan 1824 - Cumartesi) Kadir gecesi, âsitânede. Bestenigâr âyin (üçüncü âyin). Sabâpûselik âyîni, Receb 1249 (M. 1833); Hüzzâm âyîn, Isfahan âyin ve Ferahfezâ âyin. Dede’nin son âyîn-i şerifi, Sultan II.Mahmud Hân’ın arzusu üzerine bestelediği Ferahfezâ makamında olandır. II. Mahmud’un, vefâtından yaklaşık iki ay önce vukû bulan ilk mukabeleden sonra Ismâil Dede Efendi’ye hitâben: “Çok rahatsızdım, gelemeyecek idim, gayretle geldim. Lâkin çok isâbet etmişim. Ferâhfezâ âyîni iksîr-i hayat gibi te’sîr etti. Hamdolsun, âdetâ iyileşdim..” sözleri ile iltifât ettiği vârittir. Dönemin mûsikîşinaslarının çokça takdîr ettiği Ferâhfezâ âyînini Ismâil Dede’nin hiç beğenmediği rivâyet olunur. Bu âyine ilişkin Dede Efendi’nin düşünceleri, Esâtîz-i Elhân’da şu cümlelerle yer alır: “Diğer âyinlerimi hep şeyhlerimin emr ü ta’rîfleri mûcibince bestelemiş idim. Ferahfezâ’yı ise pâdişâhın emriyle bestelediğim içün o kadar ruhlu olamadı. Onlardaki zevk ve neşeyi Ferâhfezâ’da bulamıyorum..”
Hammâmîzâde Ismâil Dede Efendi, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde ilim, irfân ve Hz. Mevlânâ neşesi ile destansı bir ömür sürdü ve “Tâûna giriftâr olarak Mînâ’da” 10 Zilhicce 1262 (29 Kasım 1846) târihinde teslîm-i rûh eyleyerek, Hz. Hadîce’nin kabri civârında sırlandı. XIX. yüzyılda Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hizmette bulunan ünlü musikîşinâslar arasında, serhânende, durakçı, na’thân, âyinhân, neyzen, dâirezen, bestekâr sıfatları ile anılan Durakçı Behlül Efendi ( ? – 1895) ile yakın mûsikî arkadaşı bestekâr, hânende ve hattât Yeniköylü Hasan Efendi (1822 – 25.10.1905) de anılmaya değer âbide isimlerdir. Yine bu dönemin önemli bir diğer şahsiyeti, Şeyh Osman Selâhaddin Dede Efendi’nin eniştesi ve dergâhın aşçıbaşısı Ârif Dede’nin mahdûmu, serkuddûmî Ahmed Hüsâmeddin Dede (H. 1255 – 1318/M. 1839 – 1900) Efendi’dir. Oğlu Şahap Bey’in (Akıncı) ifâdesine nazaran, Ahmed Hüsâmeddin Dede, keman, sîne keman ve çığırtmayı, dinleyenleri mest edecek derecede çaldığı gibi, eline aldığı herhangi bir sazı icrâ etmekte de yüksek mahâret sâhibi imiş. Şiirlerinde “Na’tî” mahlâsını kullanan Dede, Râhat’ülervâh makamından bir âyin bestelemiş, âyînin ilk okunuşu 1302 senesi Rebi’ül’âhirinin onikinci Perşembe günü (29 Ocak 1885) Yenikapı Mevlevîhânesi’nde gerçekleşmiştir. 1318 tarihinde vefât eden Ahmed Hüsâmeddin Dede’nin kabri, mevlevîhânenin türbesi dâhilindedir. Vefâtına, bestekâr Musullu Âmâ Hâfız Osman tarafından: “Kudûmiyle cinân ehli semâzen oldu bâ târih / Cenân-ı hulde irdi mecd ile Ahmed Hüsâmeddin” (1318); Ismet Bey tarafından: “Serkuddûmî dedemiz göçdü meded / Garka-i rahmet ide Rabb-i ahad / Dedi Ismet târih-i tamâm / Yürüdü aşk ile Derviş Ahmed” (1318) ve “Serkuddûmîye kudûmzen oldu mızrâb-ı ecel” (1318) mısrâlarıyla târihler düşülmüştür.
Besteleyeceği eserin güftesine bir kez göz gezdirdikten hemen sonra karşısındakine meşk etmeye başlayacak kadar çabuk besteleme kudretini hâiz, son yüzyılın en velût ve büyük bestekârı Hâce Mehmed Zekâî Dede Efendi (1824 – 24.11.1897) de Yenikapı Mevlevîhânesi dervişlerindendir. Mûsikî bahrinde ilk hocası, Ismâîl Dede Efendi çıraklarından bestekâr Eyyûbî Mehmet Bey’dir.Hüsn-ü hattını geliştirmek için başvurduğu Kazasker Mustafa Izzet Efendi’nin aynı zamanda bestekâr da oluşu, Zekâî Efendi’nin iki yönden de gelişmesine ek bir imkân sağladı. Ama devrin en önemli buluşması, hocası Eyyûbî Mehmet Bey’in hânesinde Hammâmîzâde Ismâil Dede Efendi ile karşılaşması, sesini ve öğrendiği eserleri bu dehâya dinletmesi ve Dede Efendi’den, bundan böyle kendisi ile meşk edebileceği husûsunda açık dâvet alması ile gerçekleşti. Ancak, Zekâî Efendi’nin Mustafa Fazıl Paşa’nın maiyetinde Mısır’da bulunduğu süre içinde, Ismâîl Dede Efendi de hacc farîzası için gittiği Mînâ’da vefât edince, bu iki dehânın bir daha karşılaşabilmelerine maddeten imkân kalmadı. Istanbul’a dönüşünde yeniden Eyyûbî Mehmed Bey’le meşklerini sürdüren Zekâî Efendi, 1868 yılında kırkdört yaşında Mevlevî tarîkatine girdi. Bu târihten itibâren, O’na, Ismâîl Dede Efendi’den sonra en fazla âyin besteleyen büyük bestekâr sıfatını bahşedecek olan, Türk mûsikîsinin âbidevî mahiyetteki beş âyîn-i şerîfini bestelemek gibi bir fâikîyetin mânevî kapısı açılmış oldu. Zekâî Efendi, her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri -Şeyh Osman Selâhaddin Dede Efendi’nin zamân-ı meşîhatinde-, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde âyînhân olarak dergâha devâma başladı. Sonradan, 1884 yılında da kudûmzenbaşılık hizmeti ile dâhil olduğu Bahâriye Mevlevîhânesi’nde Zekâî Efendi’ye, Şeyh Hüseyin Fahreddin Dede Efendi tarafından “dede” unvânı verildi. Zekâî Dede Efendi’nin başyapıtları arasında yer alan beş âyîn-i şerîfinden ilki, H. 1287 (1870) tarihinde bestelediği Sûzidil makamındaki âyîn-i şeriftir ki ilk kez 1309 Şaban-ı şerîfinin onyedinci çarşamba günü (17 Mart 1892) Bahâriye Mevlevîhânesi’nde meydan görmüştür. Mâye makamında bestelediği ikinci âyîn-i şerîf ise ilk kez, (Sûzidil âyinin ilk mukabelesinden çok daha önce) 1302 Rebî’ülevvelinin birinci günü (19 Aralık 1884) Yenikapı Mevlevîhânemukabele edilmiştir. Zekâî Dede üçüncü âyîn-i şerîfi, Şeyh Mehmed Celâleddin Dede Efendi’nin teşvikî ile Isfahan makamında bestelemiş ve bu âyîn de ilk kez 1302 senesi Rebî’ülâhırının dokuzuncu günü (26 Ocak 1885), yine Yenikapı Mevlevîhânesi’nde mukabele edilmiştir. Zekâî Dede üçüncü âyîn-i şerîfi, Şeyh Mehmed Celâleddin Dede Efendi’nin teşvikî ile Isfahan makamında bestelemiş ve bu âyîn de ilk kez 1302 senesi Rebî’ülâhırının dokuzuncu günü (26 Ocak 1885), yine Yenikapı Mevlevîhânesi’nde meydan görmüştür. Zekâî Dede’nin dördüncü âyîni Sûznâk makamında olup, “dört selâm”lı âyînin “ikinci” ve “ey ki hezâr” kısmı hâriç, birinci, üçüncü ve dördüncü selâmlarının nutk-ı şerîfi Arapçadır. Bu âyînin de ilk seslendirilişi 1302 senesi 4 Zilhicce’de (14 Eylûl 1885) ve ilk seslendirildiği mekân da yine Yenikapı Mevlevîhânesi olmuştur. Beşinci âyin ise, Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede Efendi’nin, “kışın semâ edenlerin üşümemesini temînen kısa bir âyîn olsa” arzusuna karşılık olmak, aynı zamanda âyînhânların da yorulmaması düşüncesi ile “acem” perdesinden daha tiz seslere yer vermemek üzre Sabâ-zemzeme makamından bestelenmiş, bu âyîn-i şerîf de 1303, 16 Rebîülevvel’de (23 Aralık 1885), tekrar Bahâriye Mevlevîhânesi’nde meydan görmüştür.
Büyük bestekârlık kabiliyetini, çocuk yaştan itibaren almış olduğu köklü bir eğitim – öğrenim ve daha sonra, mevlevî âdâb ve erkânı ile elde ettiği mânevî temeller üzerinde yükselterek hem dindışı, hem de dînî mûsikî alanında yüksek vasıflı ölümsüz eserler veren Hâce Mehmed Zekâî Dede Efendi, mûsikîmizin eşi, emsâli az bulunur dâhîlerinden biri olarak tarihteki ayrıcalıklı yerini almıştır. Ömrünün son demine kadar üstlendiği hizmetleri aksatmadan sürdüren Zekâî Dede Efendi, “Makaam-ı vaslda verdi Zekâî devri karar” (1315) târih mısrâıyla, 24 Kasım 1897 tarihinde ebediyete uğurlandı ve Eyüp Câmîi’nde kılınan namazının ardından Kaşgârî Dergâhı civârında sırlandı.
Seyyid Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi’nin oğlu olan “Ebu’lkemâleyn Mesnevîhân Osman Selâhaddin Dede Efendi (29.2.1820 – 14.3.1887)’nin şeyhlik hizmetini derûhte ettiği elliyediyıl boyunca da, âsitânede çeşitli unvanlarla meydanda bulunmuş birçok mûsikîşinâs olagelmiştir. Sultan Mehmed Reşad Hân’ın da dile getirdiği üzre, ism-i Celâl meydanında bulundukları her vakitte, “rûhâniyyetli, neş’eli” mukabelelere riyâset eden Osman Selâhaddin Dede Efendi’nin şeyhliği dönemlerinde, mâiyetinde dergâhta hizmette bulunmuş mûsikîşinâslar arasında bestekâr Hammâmîzâde Ismâil Dede, sernâyî Ali Dede, serkuddûmî Ahmed Hüsâmeddin Dede, sernâyî Cemâl Dede ve üstâd-ı mûsikî Hâce Zekâî Dede öne çıkan başlıca isimler arasındadır.
Seyyid Abdülbâkî Nâsır Dede’nin torunu ve Şeyh Osman Selâhaddin Dede Efendi’nin oğlu olan Seyyid Mehmed Celâleddin Dede Efendi (1.2.1849– 1.6.1908), Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ondokuzuncu şeyhidir. Kur’ânî ilimler, felsefe, edebiyat, tasavvuf, mesnevîhânlık ve özellikle mûsikî ilmi ve bestekârlık vâdîsindeki derin bilgisi ve kudreti meyânında, tanbûr icrâ etmedeki mahâreti de dillere destân olan Mehmed Celâleddin Dede, tanbûru, bestekâr Büyük Osman Bey ve Küçük Osman Beylerden meşketmiş, yüksek san’at mahsûlü olmak üzere Dügâh makamından bir de âyin-i şerîf bestelemişlerdir. Mezkûr âyîn-i şerîfin Sultan Veled devrine zemîn teşkil eden Dügâh Devr-i Kebîr Peşrevini de Bahâriye Mevlevîhânesi postnişîni, neyzen ve Acemaşîran âyîn-i şerîfinin müellifi ve kayınbirâderleri Şeyh Hüseyin Fahreddin Dede Efendi besteleyerek ihdâ buyurmuşlardır. Bu âyîn-i şerîf ilk defa olarak 12 Rebî’ülevvel 1323 (17 Mayıs 1905) tarihinde meydan görmüştür. Mehmed Celâleddin Dede, meşîhatlerinin yirmiikinci yılında, altmışbir yaşında iken vefât etmişler ve Mevlevîhane’nin türbesinde sırlanmışlardır. Mehmed Celâleddin Dede Efendi’nin mûsikî ilminin tedvîni ve geliştirilmesi yolundaki meşkleri, irşâd ve telkînleri XX. yüzyıl müzikbilimcileri Yektâ, Arel ve Ezgi’nin kapsamlı çalışmalarını yönlendirmede etkin olmuştur.
Olgunluk yolunun dervişlikten geçtiğine inandığı için oğlu Mes’ud’un öğrenimine karşı çıkıp, ilkokuldan sonra O’nun ya bir dergâha gidip mevlevî olmasını ya da kunduracılık gibi bir zenaate sahib olmasını arzu eden Tanbûrî Cemil Bey hâl-i hayâtında, “hakîkî mekteb-i edeb olan Dergâh-ı Mevlânâ”nın candan muhibbi, mevlevîhânelerin de sâdık zâirlerinden biri idi. Yâr-ı vefâdârı, gençlik arkadaşı, Yanyalı Ferik Mustafa Paşazâde Pertev Bey (Demirhan)’in şu satırları, o dönemde nasıl mânevî feyzlerle gönüllerini, ruhlarını tezyîn ettiklerinin delîlidir: “..Sık sık Bahâriye ve Yenikapı Mevlevîhânelerine giderdik; âyin seyreder, kalbimize ateşler döken ney taksimlerini dinlerdik…târihî hâtırâ neşîdeleri okuyan rüzgârın sesini dinler, bu âhiret sükûnu içinde saatler geçirirdik… Yenikapı Mevlevîhânesi’nde tanbûr meraklısı ve üstâdı, ehl-i dil bir his ve mânâ adamı olarak merhûm Celâleddin Efendi bizi çok severdi. Orada söz ve saz fasılları yapardık. Cemil’i hakîkî bir vecd ve cezbe içinde dinler, bilmediğimiz başka âlemlerden gelen bu seslere hayran olurdu. Gözlerinden yaşlar akardı. Mûsikî, rûh ve tarîkatler üzerine, bizi tenvîr edici bahisler açardı.” Hâl böyle olunca, Türk mûsikîsinde yepyeni bir devir açan “üstâd-ı cihân Tanbûrî Cemil Bey”in Devr-i Kebîr usûlünde bestelemiş olduğu Isfahan, Nevâ ve Muhayyer peşrevlerinin, Yenikapı ve Bahâriye mevlevîhânelerinin mânevî iklimlerinde teneffüs ettiği Sultan Veled Devirleri’ne üstâdâne bir nazîre, Dergâh-ı Mevlânâ’ya âşıkâne birer niyâz olduğu kanaatindeyiz
Yine bu dönemden, Bestekâr ve (neyzen?) Hüseyin Dede (? - 1860?), Yenikapı Mevlevîhânesi çilekeşlerindendir. “Mârâ reh-i digerest bîrûn zîcihât” nutkîyle başlayan Nühüft âyîn-i şerîfi Eyyûbî Hüseyin Dede tarafından bestelenmiş ve ilk olarak 1276 / 1860 tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde mukabele edilmiştir.
Mevlevîhânenin bir diğer müdâvimi, Zekâî Dede Efendi’nin oğlu, bestekâr Hâfız Ahmed Ilhâmî Efendi (Irsoy) (1869 – 13 Ağustos 1943)’dur. Hafız Ahmed Efendi 1318’de kendisinden nâ’t-ı şerîf ve mîrâciyye meşkettiği hocası serkuddûmî Ahmed Hüsâmeddin Dede’nin vefâtını müteakîb, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde kudûmzenbaşı olarak hizmete başlar ve “semâhâneler kubbelerini çınlatarak” hizmetlerini şevkle sürdürür. Muhtelif okullarda mûsikî hocalığı görevlerinde bulunan, bestekârlık vâdisinde ilâhîden âyîne 300 civârında eser te’lîf eden Hâfız Ahmed Efendi’nin bestelediği ve “Ey derâverde cihân râzı nây” nutkî’yle başlayan Beyâtîbûselik makamındaki âyîn-i şerîfi ilk kez, 1323 Rebî’ülevvelinin yirminci (25. 5. 1905) perşembe günü Yenikapı Mevlevîhâne’sinde meydan görür. Müsteâr makamında bestelediği ikinci âyîn-i şerîf ise tekke ve dergâhların kapatılması neticesinde mukabele imkânı bulamaz. 13 Ağustos 1943’de vefât eden Hâfız Ahmed Ilhâmî (Irsoy) Efendi, Eyüp Gümüşsuyu’ndaki Kaşgârî Dergâhı civârında babası Zekâî Dede’nin kabri yanında sırlanmıştır.
Tophâne-i Âmire Istihkâm ve Muayene Dâiresi hulefâsından ve mevlevî muhibbânından olan Bolâhenk Nûrî Bey (1834 – 1909)’in “Ân subhı seâdethâ çün nûrı feşân âyed” nutku ile başlayan Bûselik makamındaki âyîn-i şerîfi de (4 Haziran 1885) perşembe günü Yenikapı Mevlevîhânesi’nde ilk kez meydan görmüştür. Son devrin büyük bestekârları arasında bulunan Bolâhenk Nûrî Bey 1328 (1909) tarihinde vefât etmiş olup, Fâtih Câmîi hazîresine defnedilmiştir.
Türk mûsikîsi nazariyat ve metodolijisini XX. yüzyılda tedvîn eden üç büyük müzikbilimciden (diğerleri Hüseyin Sadettin Arel ile Dr. Subhi Ezgi) ilki olan Raûf Yektâ Bey (5. 3. 1871 – 8. 1. 1935)’in, Yegâh makamında bestelediği “Ey nây-i hoş nevâyî ki dildâru dil hoşî” nutku ile başlayan âyîn-i şerîfi 3 Muharrem 1342 (16.8.1923) tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde meydan görmüştür. Lavignac Müzik Ansiklopedisi’ndeki “Türk Mûsikîsi” başlıklı monografi ile Türk Mûsikîsi Tarihi, Türk Mûsikîsi Nazariyâtı, Esâtîz-i Elhân eserlerinin müellifi, Dârülelhân ve Istanbul Belediye Konservatuarı Türk Mûsikîsi Tesbit ve Tasnif Heyeti Reisi olan Raûf Yektâ Bey, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin son zamanlarında, âsitânenin Neyzenbaşılık görevini de derûhte etmiştir.
Yenikapı Mevlevîhânesi’nin, Şeyh Ebûbekir Kütahyavî soyundan gelen yirminci ve son şeyhi Seyyid Abdülbâkî Dede Efendi (20. 7. 1883 – 28. 2. 1935)’dir. Dergâhların 1925’de kapanmasına kadar onyedi yıl süreyle Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhliğini derûhte eden Mehmed Abdülbâkî Dede Efendi’nin meşîhatinde bu dönem, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ve Türk mûsikîsinin son parlak dönemi olmuştur. Şâîr ve aynı zamanda mûsikîşinâs da olan Abdülbâkî Dede Efendi’nin, “Parladıkça pîş-i çeşmimde münevver gözlerin” güfteli, Devr-i hindî usûlündeki bir Tâhirbûselik şarkı bestelediği bilinir. Zamân-ı meşîhatlerinde, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde doğan son şeyh çocukları olan iki oğlundan 1902 doğumlu Gavsî (diğeri Resûhî) Efendi de 1919’da “dede” ünvânını almış, sonrasında mûsikîmizin değerli bir neyzeni ve bestekârı olarak şöhret bulmuştur. Böylece, Yenikapı Mevlevîhânesi'nde bulunmuş, oradan yetişmiş olduğunu (muhtemel eksikleri ile) tesbit edebildiğimiz mûsikîşinâsların adedi, (çeşitli vesîlelerle âsitâneyi ziyâret edenler dışında) Büyük Itrî’den, neyzen bestekâr Gavsi Baykara’ya kadar yaklaşık kırkbeş isimli bir listeyi oluşturmaktadır.
Âsitânede hizmette bulunmuş son kudûmzenbaşı ve na’thân Hâfız Ahmed (Irsoy) Efendi olduğu gibi, son neyzenbaşı da bestekâr, müzikbilimci Raûf Yektâ Bey’dir. Her ikisinin de talebesi olması hasebiyle, son devir üstâdlarından kudûmzenbaşı, bestekâr Sadettin Heper’in de (10. 5. 1889 – 11. 5. 1980) Yenikapı Mevlevîhânesi’nin mânevî havasını teneffüs eden bahtiyârlar arasında olduğunu kaydedelim. Yenikapı Mevlevîhânesi’nden yetişen son mûsikîşinâs ise, dergâhın son şeyhi Seyyid Mehmed Abdülbâkî Efendi’nin oğlu, dede, neyzen ve aşağıda güftesi yer alan ünlü Sûznâk şarkının bestekârı, merhûm Gavsî (Baykara) Dede (24. 3. 1902 – 15. 11. 1967)’dir ki üstâd bu eserinde, hayatlarıyla, hâtıralarıyla üçyüzelli yıllık muhteşem bir kültür – medeniyet hârikasına, âdetâ rakîk bir hâtime çekmiş gibidir: “Dokunma kalbime zîrâ çok incedir kırılır / O tıpkı mâbede benzer ki orda hıçkırılır / Gülersen aşkıma gönlüm harâb olur yıkılır / O tıpkı mâbede benzer ki orda hıçkırılır.”