SİNEMA: Savaş Atı (War Horse)
Türü; Biyografi, Dram, Savaş
Yönetmen; Steven Spielberg
Oyuncular; Toby Kebbell, David Thewlis, Emily Watson, David Kross, Stephen Graham, Eddie Marsan, Benedict Cumberbatch, Peter Mullan, Sarah Jane O'neill, Michael Koltes, ırfan Hussein, Leonhard Carow, , Celine Buckens, , Geoff Bell, Patrick Kennedy, Nicolas Bro, Tom Hiddleston, Niels Arestrup, Jeremy ırvine, Rainer Bock, Robert Emms,
“Onları Savaş Ayırdı,Mücadeleler Sınadı,Sevgi Birleştirdi.”
Steven Spielberg’in 6 dalda Oscar adayı olan, Dostluğu, cesareti, sadakati ve sevgi temasını işleyen bu filmi, İngiltere kırsalı ve Avrupa’da geçiyor. Albert’in (Jeremy Irvine), doğumunu izleyip nerde ise her anını takip ettiği, sonrasında sahip olduğu yavru tayı, evcilleştirip eğitmesi, ayrılmak zorunda kalması ve tekrar kavuşmasını anlatan serüven dolu uzun bir yol filmi.
Film, yavru tay(Joey)’in tabiat harikası bir yerde doğuşu ile başlıyor. Joey belli bir kıvama gelince pazara satışa çıkartılıyor. Burada, o güne kadar annesinden hiç ayrılmayan Joey’in ayrılma sahnesi çok kısa da olsa insanı etkiliyor. Ted Narracot (Baba),atı çok beğeniyor ve siz filmde, çok anlam vermeseniz de, maddi gücünün çok üstünde bir meblağ ile açık arttırma da Joey’i satın alıyor. Rose (eşi) tarlayı sürmek için güçlü bir at alması için gönderdiği kocasının bütçelerinin çok üstünde bir ücret ödeyerek bir tay ile gelmesine çok kızıyor ve geri götürmesini istiyor. Albert (Oğlu) doğumunu seyrettiği, annesi ile çayırlarda otlamasını ve koşmasını takdirkâr gözlerle takip ettiği tay’ın babası tarafından alınmasına çok seviniyor. Ben tayı eğitirim deyince anne kalmasına izin veriyor.
Albert ile Joey arasında eğitim süresince yaşanan heyecan verici ve duygulandırıcı sahneler sizin sonunu tahmin etseniz de keyif almanıza engel olmuyor. Atın önce uzak durması, sonrasında birbirlerine alışmaları, aralarında duygusal yakınlığın oluşması, birbirlerini sevmelerini ve kabullenişlerini zevkle seyrediyorsunuz. Tek kötü tarafı, evcilleştirme ve eğitim kısmının kısa tutulmuş olması
Borcunu veremeyen Ted’den alacaklısı atı isteyince, Ted kızıyor ve atı vermem diyor. Sonrasında atı tarlada, saban sürmede kullanmak istiyor. At bunu, alışık olmadığından kabul etmeyince bu sefer atı vurmak istiyor. Burası da size çok anlamlı gelmiyor. Albert, ben tarlayı Joey ile sürerim, iyi ürün alırız ve borcumuzu öderiz deyince geri adım atıyor. Albert’in, Joey ile tarlayı süreceği gün alacaklı ile birlikte tüm köy onları seyretmeye geliyor. Öncesinde başarısız olmaları, köylünün ve alacaklının vazgeç, olmayacak demelerine karşılık, yağan yağmur altında yumuşayan tarlayı, omuz omuza vermiş iki insan gibi çalışıp sürmelerini ve başarıya ulaşmalarını siz de koltuğunuza yaslanarak gururla seyrediyorsunuz.
Albert’in,Joey’i eğitirken,onunla konuşma sahneleri çok güzel ve etkileyici.Kavga eden, anlaşamayan, uzlaşamayan,ayrılan insanlara örnek teşkil edecek ders niteliğinde sahneler.Bir şey yaptırmadan önce karşısında bir insan varmış gibi anlatması,açıklaması ve en güzeli atı ile konuşarak,kendisine muhatap yaparak ikna etmeye çalışması ve tamamen bir dayanışma içerisinde hiçbir zaman ümitsizliğe düşmeden büyük bir azimle birlikte yapmaya çalışmaları takdir edilecek ve ders alınacak sahneler.
Bağırmadan, zorlamadan, kavga etmeden sadece konuşarak, ikna ederek bir atı eğiten Albert, çocuklarına söz geçiremeyen anne ve babalara, mal, mülk yüzünden birbirlerine kızan, konuşmayan akraba ve komşulara, birbirleri ile kavga eden siyasetçilere iyi bir ders olacak nitelikte.
Ekilen tarla yağan yağmurla ürünlerin zayi olmasına sebep olunca, Ted, borcunu ödemek için savaşa giren İngiliz ordusuna joey’i satıyor. Bu Joey için Albert’ten ayrılmasının yanında zorlu, çileli hayatının başlamasına sebep oluyor. Yalnız bir sahneyi anlatmadan geçemeyeceğim. Ted, yağan yağmurdan dolayı, tarladaki ürünü telef olunca hanımına dönerek,”Rose, ben Tanrıya inanırdım. Artık onu hissetmiyorum. Beni sevmeyi bıraktı ve bedelini böyle ödetiyor.” deyince, eşi ona,”Senden en çok nefret ettiğim anlar, umutsuz olduğun anlardır.” diye cevap veriyor. Burada imtihana tabi tutulan, bir musibete maruz kalan insanın hemen ümitsizliğe düşüp inancının sarsılmasını ve eşinin ona ümidini kaybetmemesi gerektiğini anlatan sözü çok güzel.
Joey, önce bir İngiliz askeri Yüzbaşı Nicholls’un emrinde iken onun savaşta ölmesinden dolayı, Almanların eline geçiyor. Burada iki kardeş ona bakıyor fakat onlar da savaştan kaçtıklarından dolayı kurşuna diziliyor. Daha sonra ailesini savaşta kaybetmiş ve dedesi ile kalan bir kız (Emiliy) Joey’in sahibi oluyor. Tekrardan Almanların eline geçiyor ve atların kısa sürede ölmesine sebep olan ağır topları çekmek zorunda kalıyor. Çileli hayatı savaş sırasında, Alman ve İngiliz askerlerin arasındaki tampon bölgeden, kurşun ve top gülleleri arasında koşarken dikenli tel örgülere takılması ve tellerin her tarafını sarmasından dolayı kalkamaması ile devam ediyor. Burada yıkılıyor ve böyle bitmemeli diyorsunuz. Devamında ne mi oluyor, bunu anlatmamı beklemiyorsunuz herhalde. Bunu, sizin seyrederek öğrenmeniz gerekmekte.
Ben afişini görünce aklımda hemen bir film tasavvur etmiş ve bu eğer savaş atı ise mutlaka savaşın en kızgın anında çok önemli bir görevi ifa edecek ve bulunduğu tarafın galip gelmesini sağlayacak ve kahraman ilan edilecek diye düşünmüştüm. Öncelikle filmde böyle bir sahne yok.
Steven Spielberg filmde birçok şeyi anlatmak istediğinden geçişler kısa olmuş ve siz biraz daha uzun olsa seyrederdim diyebileceğiniz yerlerde bu kısa geçişlerden dolayı üzülüyorsunuz. Albert ile Joey’in eğitim ve birbirlerine bağlanma sahneleri, küçük kız ile olan sahnelerinin daha uzun olmasını bekliyorsunuz. Savaşta en kötüsü düşman tarafa daha fazla yardımda bulunması, trajik bir şekilde Albert ile buluşmaları ve beklentinizin ötesinde bir son ile bitmesi sizi çok da memnun etmiyor. Joey’in Albert’ten ayrıldıktan sonra bir daha Albert’in filmin sonuna kadar görülmemesi de iyi olmamış. Albert’in atı elinden alındıktan sonra neler hissettiğini bilemiyorsunuz. Spielberg, savaş sahnelerine de çok yer vermemiş gibi. O havada uçuşan kollar, bacaklar, canhıraş feryatlar falan yok. Ölen atlar ve askerler görüyorsunuz ama ölüm anlarını gösteren sahneler yok. Özellikle bundan çekinmiş gibi. İki kardeşin vurulma anını bile yel değirmeni ile saklamış. Bazı sahneler, seyrederken ben bunu daha önce gördüm diyebileceğiniz klişe sahnelerden. Joey’i kurtarırken iki düşman askerin birbirine yardımcı olmaları ve sıcak muhabbeti gibi mesela. Savaş’ın ahlaki boyutunu ve çarpışan kişilerin, birbirlerini öldürseler de önce insan olduklarını ve bunu savaşın genel doğasından dolayı mecburen yapmak zorunda olduklarını işlemiş.
Film, başladığı anda sizi esir ettiği duygudan bitinceye kadar kurtulmanıza izin vermeyecek güzellikte. Ben beğendim, bazı yerler de beklentilerim farklıydı ve sonunu başka şekilde tasavvur etmiştim ama yönetmen ben değilim. Nitekim herkesin hayranlıkla izlediği “Lost” dizisi de son bölümü ile herkesi memnun etmemişti ama bu durum “Lost”u bulunduğu yerden indirmemişti. Bu film de öyle.
MEHMET BAYRAM