EFSANE ''ŞAKACI'' EKRANA DÖNÜYOR

Şakacı, acısıyla tatsışla şakasız geçen günlerini ve yeni projelerini anlattı.

İnsanları, belden aşağı vurmadan, alay etmeden, aşağılamadan güldürmeyi başaran isimlerden biridir Çetin Çiftçioğlu… Namı değer Şakacı, kendi deyimiyle komik adam…

Şaka yapmak, güldürmek hiç kolay bir iş değil. Kendimce eğlenceli biriyimdir ama bu başka bir şey … Üstelendikleri misyonları gereği hüzünlenmeleri, üzülmeleri, surat asmaları mümkün değil… Dramlarını hep iç dünyalarında yaşarlar. Elbette herkesin olduğu gibi Çetin Çiftçioğlu’nun da bir hayat hikâyesi var…

Komik adam olmak için uzun ve zor bir yol kat edilmiş… Kendisine sorduğumda aldığım cevap her şeyi özetler mahiyetteydi. “Mozart dahi 35 yaşında öldürüldü. Öldüren, sarayın haset baş müzisyeni Salieri’ydi. Mozart'ı çekemedi. Türkiye'de Mozart yok ama Salieri çok. Yani başkasının hayatıyla oynayan, haset duyguları yaşayan çok”

Şakacı Salierilere rağmen hala şakacı… Bu sohbette şakacıdan ciddi hayat dersleri bulabilirsiniz…

ŞAKACI FORMASINI GİYİNİP İKİNCİ YARIYA BAŞLIYACAĞIM

> Çetin Bey uzun süredir yoktunuz ortalıklarda. Nerelerdesiniz? Neler yapıyorsunuz?

> Hayatı bir maçın devreleri gibi ikiye ayırıyorum. Birinci devreyi oynadığımı hissediyorum. Şimdi devre arası verdim. Fakat 90 dakikalık maçlarda devre arası 15 dakikadır. Benim devre aram 5 sene sürdü. Şimdi kısmetse hakem düdüğünü öttürecek ve Kanal 7 sahasına çıkacağım. Şakacı formasını giyinip ikinci yarıya başlayacağım. Bu 5 yıllık bekleme süresi, hayatımın tam ortasında, bir devre arası gibiydi diye düşünüyorum.

Şimdi inşallah birinci yarı gibi, ikinci yarıda aynı zamanda bitmez. İnşallah uzatmalara giderim. Uzatmaların da ne kadar süreceğine Yüce Yaradan karar verir.

Uzun zamandır ortalıklarda yokum ama aynı zamanda da varım. Yani her yerde varım. Her insan, her kuruluş istediği zaman beni bulabilir. Çünkü kendimi soyutlamadım. Hep göz önündeyim. Ama açılışlarda, kokteyllerde, film galalarında yokum. Onlar da bir keyif meselesidir. Uzun zamandır ortalıklarda yoksam, keyifsizlikten.

> Peki neden keyifsizdiniz?

> Türkiye'de çalışmayan bir insan nasıl keyifli olabilir ki, değil mi?

BELKİ DE SON TRENİN SON VAGONUNA BİNİYORUM

> Talep ettiğiniz halde size iş mi vermediler? Nasıl oldu?

> Kaderci bir adamım. Hayatta tesadüf olmadığına, her tesadüfün içerisinde de bir mesaj olduğuna inanıyorum. Yani satıhta duran ama derinde yaşayan bir insanımdır. Hani dedim ya iki devre vardır diye. Ben 5 yıl öncesine kadar birinci yarıyı oynadığımı düşünüyorum. Ondan sonra bir sarı kart gördük herhalde. Kırmızı kart görmedik ki tekrar sahaya dönüyoruz. Belki de son trenin son vagonuna biniyorum. İlahi bir uyarıya uğradığımı düşünüyorum. Belki bunun bir nedeni vardı.

> Sizin tahmin ettiğiniz bir neden var mı?

> İlahi uyarıya uğradım fakat bu cezalandırma süreci içerisinden olaylar benden elini çekmedi. Sanki kendimi takipteymiş gibi hissediyorum. Yani dışlanmadım. Olayın dünyanın, kendi kaderimin içindeydim. Kötü şeyler yaşadığım halde bazı güzel mesajlar da alıyordum.

> Bir ah aldığınızı düşünüyor musunuz?

> Hayatta en zor şey kul hakkı almak, ah almaktır. ‘’A’’ ve ‘’H’ harflerinin yani ‘’AH’’ın hayatımda yeri olmadığına yürekten inanıyorum. Çünkü ruhen arınmış olarak kendime baktığımda şükürler olsun ki temizim. Ama Allah'ın gücüne gidecek bir şey mi yaptım? diye de düşündüğüm çok olmuştur.

"Baktığımda hatalar da var. Fakat bu taraftaki işler, doğrular çok ağır basıyor. Yani ton farkı var arada. İnsan kendine vicdanına yalan söyleyemez"

KAFAMDA HER YAŞIN HER BİR SAYFASI YAZILI OLARAK GEÇER

> Geçmişine baktığınız zaman var mı böyle bir şey?

> Ben geçmişimin 3’üncü sayfasına kadar iniyorum. Yani her sayfayı bir yaş kabul et. Ben 3’üncü sayfaya kadar iniyorum. Ondan sonra her sayfamı net olarak okuyorum biliyor musun?

> Hatırlıyorsunuz yani…

> Hatırlıyorum evet. Mesela 3 yaşa kadar indiğimde kendimi annemle test ederdim Annelere yalan söyleyemezsin, annelere katakulle yapamazsın çünkü anneler yemez. Onun için cennet annelerin ayaklarının altındadır. Annemle test yapardım ve hayretlere düşerdi nasıl hatırlıyorum diye. Kafamdan her yaşın her bir sayfası yazılı olarak geçer. Kütüphanem buradadır.

> Ama geçmişe dair yanlış bir şey hatırlamadığınızı söylüyorsunuz?

> Nursel kardeşim geçmişe dair bunları sorduğumda sayfalara bakıyorum. Birkaç sefer bu sayfaları geri çevirdim, geri okudum. Sadece 5 yıl için değil, tüm hayatım içinde ben bu sayfaları okurum geriye doğru. Baktığımda hatalar da var. Fakat bu taraftaki işler, doğrular çok ağır basıyor. Yani ton farkı var arada. İnsan kendine vicdanına yalan söyleyemez.

ÇETİN ÇİFTÇİOĞLU HAYATA BİR SU KUYUSUNDA BAŞLADI

> Biraz da Çetin Çitfçioğlu'nun küçüklüğünden bahsedelim mi?

> Çetin Çiftçioğlu hayata bir su kuyusunda başladı.

> Nasıl yani?

"Tanju Okan, Şerif Yüzbaşıoğlu, Erol Büyükburç. Ateş Böcekleri özel orkestrasıydık. Böyle bir eğitimden geçtim. Müzikle beraber sahneyi öğrendim. Böylece seyirci psikolojisini öğrendim. Sokaklarda büyümem de sosyolojik kültürel birikimi getirdi. Aşama aşama her yıl veya her gün sana bir rütbe koydu."

> Yani hayatımın 3. sayfasından bahsediyorum. Rahmetli babam. Çatalağzı Elektrik Santrali'nin tercümanıydı. İki katlı evleri görüyorum. Şu an 57 yıl evvel geriye döndüm. Ben yağmur sularının biriktiği bir kuyuya düştüm. Orada çırpınıyorum. İkinci kattan bir adam atlıyor. Hala görüyorum. Su kuyusuna geliyor ve beni çıkarıyor. Ben hayatıma su kuyusundan çıkarak başladım, oradan yola çıkıyorum anlatırken. Sonra uzun bir yolculuğa çıktık biz, çok uzun bir yolculuğa. Annem ve ben…

> Tek çocuk musunuz?

> Biz 3 kardeşiz. Ben 1 numarayım. 3 yaşında babam vefat ettikten sonra annem 18 yaşında dul kalıyor. Zonguldak’tan İstanbul'a geldik. Kader buraya getirdi bizi.

YATILI OKUL KÜLTÜRÜ ALMAM BENİ ERKEN YOĞURDU

> Zonguldak’tan niye göç ettiniz?

> Zonguldak'ta kimsemiz yok ki. Baba gidince tek kaldık. Ben yatılı okullarda yetiştim. Yatılı okul kültürü almam beni erken yoğurdu. 3. sayfadan 7.sayfaya geçtiğimde, kendimi ilkokulda 1.sınıfta gördüğümde, sınıfın en muzip talebesiydim. Herkese fırlamalıklar yapardım. Sonra 5.sınıfa geldim. Mezuniyette öğrenciler toplandık, fotoğrafı çektiriyoruz. Ertesi gün öğretmen fotoğrafları dağıtmak için sınıfa geldiğinde bana bir tokat attı.

> Neden?

> Fotoğraf çekilirken öndeki arkadaşın başına tavşan kulağı gibi yapmışım. O resimde benden başka onu yapan yok. Böyle muziplikler işte... Önce muziplik olarak başlar, sonra eğlenceye dönüşür, sonra kendi kimliğinin bir parçası haline gelir. Sayfalar çevrildikçe taşlar yerine oturur gibi o gelip sizin kimliğinize oturmaya başlar. Sonra müzik tarafım başlar. Müzik tarafını işlemeye başlarsın.

MÜZİKLE BERABER SAHNEYİ DOLAYISIYLA SEYİRCİ PSİKOLOJİSİNİ ÖĞRENDİM

> Müzik olarak ne yaptınız?

> Müzikte davul çaldım. Bateri çaldım.

> Kimlere çaldınız?

> Tanju Okan, Şerif Yüzbaşıoğlu, Erol Büyükburç. Ateş Böcekleri özel orkestrasıydık. Böyle bir eğitimden geçtim. Müzikle beraber sahneyi öğrendim. Böylece seyirci psikolojisini öğrendim. Sokaklarda büyümem de sosyolojik kültürel birikimi getirdi. Aşama aşama her yıl veya her gün sana bir rütbe koydu. Yani donanım yaptı. Ben hayatın her alanından donanarak geldiğime inanıyorum. Onun için bir stand up yazmaya çalışıyorum ama yazamıyorum. Şuna karar verdim ki hazırlıksız çıkacaksın. Hadi karşılıklı sohbet edelim muhabbetinden stand up olacak. Çünkü şükürler olsun her şeyin bir karşılığı oldu bende artık. Ve hala birikiyorum.

SEZGİLERİNİZ OLACAK OLAYLARIN KIRMIZI, YEŞİL, SARI IŞIĞIDIR

> Müzikten sonra komedyenliğe nasıl başladınız?

> Evlenince gece çalışmayım, evime erken gideyim dedim. Çünkü müzik bizim dönemimizde teknik olarak ileride değildi, artı paraları azdı. Yani bir aileyi geçindirecek kadar para olduğunu sanmıyorum. Evlenince bir de eve geç gitmek istemediğimden müziği bıraktım. Rahmetli bacanağım sigorta eksperi, yani sigorta dedektifiydi. 3 yıl sigorta dedektifliği yaptım. Sigorta şirketleri ve sigortalı insanlar dünyanın her yerinde vardır. Mesela arabalarını yakarlar, fabrikalarını yakarlar veya mallarını kaçırırlar. Görevim bunları bulup çıkartmaktı.

> Sonra?

"Proje kabul olsun diye değil. ‘Allah’ım kaderimizi güzel et’ diye dua etmişimdir. Allah’tan böyle isteyemezsin ki, 6'lıyı tutturayım diyemezsin ki. Benim için önemli olan telefonun Arife günü gelmesiydi."

> Özel televizyonlar kurulmaya başladı. Özel televizyonlara baktım. Şayet hayatta fazla pişerseniz az veya çok aynı paralelde hislerinizin dışında sezgileriniz gelişmeye başlar. Sezgileriniz size bir takım olacak olayların kırmızı, yeşil veya sarı ışığıdır.

> Sezgileriniz size sinyal verdi….

> Evet… Sezgileriniz gelişmeye başlar ve olayları hissedersiniz aslında. Özel TV'ler kurulduğunda bana inanılmaz bir şey geldi. Sanki yeni bir dünya, yeni bir olay!. Sonra döndüm, dolaştım, düşündüm. "Ben özel televizyonlarda yerimi alabilir miyim" diye. İçimden bir şey de beni gazlıyor. Mesela Cuma namazına gittiğimde arabam soyuldu. Arabayı caminin önüne park ederken, "Bu araba soyulur" dedim. Çıktığımda soyulmuştu.

> 6’ıncı hissiniz kuvvetli mi?

> İşte sezgilerim. 6’ıncı hissin ötesinde sezgiler var.

SAADETTİN TEKSOY BENİ 5 DAKİKA İÇİNDE GENEL YAYIN YÖNETMENİNE TRANSFER ETTİ

> Dolayısıyla televizyonculuğun da sinyalini gelmeye başladı?

> Evet. ‘’Ne yaparım, ne ederim?’’diye düşünüyorum. Televizyonu inanılmaz biçimde izliyorum. O zaman 2 ya da 3 televizyon var. Interstar ve Show Tv. 1993'den bahsediyorum. Ben bir proje yazmayı, projenin içine kendimi koymayı düşündüm. Müzisyenlik yıllarımda Saadettin Teksoy gazete muhabiriydi, fotoğrafçısıydı. Interstar'da program yapıyordu. Saadettin Teksoy'u aradım. Beni iyi tanır çünkü. ‘’Televizyonculuk yapmaya karar verdim kardeş, ne dersin?’’ dedim. Tek bir kelime çıktı, "Hemen buraya gel" dedi. Hemen projeyi götürdüm. Proje, ‘’Kaçak kim? Bul’’. Kaçıyorum, yakalamaya çalışıyorlar. Her yakalanmadığım gün ödül büyüyor. Yani bir zamanların "Kaçak kim? Bul" dizisi. Ödül verdiğim için bugün yakalanır, bugün yakalanır oluyordu. Kim yakalayacak? Böyle bir projeydi. Sadettin Teksoy beni 5 dakika içinde Genel Yayın Yönetmeni Serpil Akıllıoğlu'na transfer etti. "Bu muhteşem bir şey, biz sana hemen bir deneme çekmek istiyoruz" dedi. Bir gün sonra boş bir stüdyoda deneme çektiler. Deneme çekeceğimiz yönetmen benden hiç hoşlanmadı. Benim için bazı insanlar antipatiktirler.

> Sİzden hoşlanmayan yönetmen kim?

> Orada program müdürüydü tanımıyorum. Kovulmuş sonra orada bir yönetmene tokat attığı için. Beni göstererek kameraman şefine, "5, 4, 3, 2, 1 bu kadar şansı var. Motor dediğinizde iş çıkmazsa stop edin ve bırakın" dedi.

> Sonra?

> 5, 4, 3, 2, 1 ve motor. Ben 25 dakika boyunca boş salona konuştum. Kaseti alıp götürdüler. Merakla ne diyeceklerini bekliyorum. Bir hafta sonra bana kasetin kaybolduğunu söylediler. Meğerse inanılamamış ve bir daha çekmeye karar vermişler.

> Yani çok başarılı bulmuşlar…

> Evet, bir daha çektiler. Cem Uzan bunu izleyince, ‘’Bu adamı nereden buldunuz’’ demiş. Onlar da Bağcılar Düğün Salonu’nda sunuculuk yapıyordu oradan bulduk’’ demişler. Cem Bey de 15 gün sonra reklam da istedi. Ondan sonra başladı. Interstar Atış Serbest diye bir program sundum. 9’uncu haftada kovulduk.

> Neden kovuldunuz?

> Çünkü reyting almadı. Fakat 9 hafta gittik, iyiydi. Sonra ben elimdeki projeyi Senkron TV Sinevizyon'un sahibi Levent Altınay'a götürdüm. Levent Bey, "Kaçak kim? Bul" projesine baktı ve’’ Bana bir sürü proje gelir ama beni tek heyecanlandıran proje bu oldu" dedi. Allah'a ısmarladık diyerek oradan ayrıldım. Ertesi gün Ramazan ayının birinci günüydü. Projeyi bıraktım ve eve geldim. Ben hayatımda ilk defa o yaşa kadar, 1993 yılına kadar, 30 gün boyunca teravih namazı kıldığımı hatırlamıyorum. Bölük pörçük kılmışımdır. O gün ben projeyi verdikten sonra namaza kalktım. Teravihi kılmaya başladım. Arife gününe kadar götürdüm. Yani 30 gün boyunca orucu da tuttum, teravihi de kıldım.

HAYATIMDA EN PARASIZ AMA EN MUTLU GEÇEN BAYRAMIYDI

> Proje ne oldu?

> Ne oldu biliyor musun? Levent Altınay bayramdan bir gün önce, Arife günü beni aradı.

> Çok mu dua ettiniz?


> Yok hayır. Benim niyetim proje kabul olsun diye değil. ‘’Allah’ım kaderimizi güzel et’’ diye dua etmişimdir. Allah’tan böyle isteyemezsin ki, 6'lıyı tutturayım diyemezsin ki.

Benim için önemli olan neydi biliyor musun? Telefonun Arife günü gelmesiydi. Bak 30'uncu günde geldi. 23, 27, 25'inde gelebilirdi. Fakat Arife günü geldi. "Bayramdan sonra sizi kanala bekliyoruz" dediler. Hayatımın en parasız ama en mutlu geçen bayramıydı. Çünkü bayramdan sonra işe başlıyordum. Gittim. Levent Altınay bana baktı ve "Şu odanız olsun, bu odada çalışın" dedi. Nasıl başlasam komediye? Ben Senkron TV'de dolaşıyorum, geziyorum, yemeğe çıkıyorum. Bir hafta sonra Levent Altınay beni çağırdı. "Çetin Bey, sizin şakalarla aranız nasıl" dedi. Gören göze bak. Belki bir hareketimi, bir diyalogumu yakaladı. Çocukluğumdan beri insanları güldürmeyi sevdiğimi söyledim. Beni arşiv odasına götürdü ve bir kaset kamera şakası izletti. Hayatımda ilk defa izlediğim bir kamera şakasıydı. Yabancı kamera şakasını izledim. Mükemmel bir iş olduğunu düşündüm ve bana çok kolay geldi. Yani her işi yaparım abi. "Şaka yazar mısın" dediler. 15 tane şaka yazdım.

İLK ŞAKAYI NURSELİ İDİZ’E YAPTIM

> İlk şaka programına başladınız…

> Hemen çekimler yapıldı. O zamana kadar İnterstar’da daha çok reality programlar yapıyorlardı. Bunu oraya şaka programı, "Şakama tik" olarak verdiler. İsim babası da Levent Altınay'dı. Fakat kısmet Show TV'de başladı. Profesyonel olarak 1994 yılında Show TV'de başladım. Kim sunsun derken, Levent Altınay, Berna Laçin'e sundurmaya başladı. Berna Laçin ilk demoları izleyince, ‘’Muhteşem bu adam ya! Bununla çalışılır’’ dedi. Benim için iyi bir laftı. İlk şakayı da Nurseli İdiz'e yaptım.

>Nasıl bir şaka yaptınız Nurseli İdiz'e?

> Nurseli İdiz ,Boğaz Köprüsü'nün altında, 50. Prizma programının kutlamasını yapıyordu. Boğaz Çevre Koruma Müdürü olarak geldim. Çekim izni yok diyerek kasetleri istedim. Nurseli İdiz acayip dağıldı ve aramızda doğaçlama bir diyalog oldu. Benim en özel tarafım doğaçlama olmamdır. Şaka olduğun söyledikten sonra Nurseli İdiz, Levent Bey'e, "Bu adamı özel mi yetiştirdiniz, nereden buldunuz" dedi. Hayatımda beni onurlandıran ilk cümle Nurseli İdiz'den gelmiştir. ‘’Özel mi yetiştirdiniz?’’ dedi.

KANAL7 BENİ MARKA YAPTI

> Sonra…

> Sonra, Şakamatik belli bir yere geldikten sonra bitti. Kader işte, döndürdü, dolaştırdı Kanal 7 televizyonuna götürdü beni. İlginçtir, ben şakacıydım. Fakat Kanal 7 beni marka yaptı. Kanal 7'de marka oldum. Türkiye'de bir şaka programının 3 yıl boyunca devam etmesi çok önemli bir olay olarak değerlendirildi. Sonra işte yaramaz çocuk kanalına yaramazlık yaptı ve ayrıldı.

VİRGÜL KOYMUŞUM, CÜMLE BİTMEMİŞ, NOKTAYI KOYMAK ÜZERE BURDAYIM

> Nasıl bir yaramazlık yaptınız? 3 yıl sonra neden ayrıldınız?

> 3 yıl sonra Star bana bir teklif yaptı ve ben de oraya gittim. Orada program yaptım. Star, TMSF'ye geçince defterimiz dürüldü. Tekrar Kanal 7'ye döndüm. Yalnız Kanal 7'nin şöyle bir özelliği var. Yabancı değiliz. Yani burada ailenin yaramaz çocuğu diyorum ya burada kendimi aile bireylerinden biri gibi hissediyorum. Artı yuvaya döndüm diye bir şey vardır. Bunu ben söylemiyorum. Sokaktaki insanlarla konuştuğum zaman, ‘’Az kaldı başlıyorum’’ diyorum. ‘’Kanal 7 mi?’’ diyorlar. Yani 10 kişi ile böyle muhabbet yaptığımı düşünün, 9'u ‘’Kanal 7 mi?’’diyor. Yani ekranla bütünleşmişiz. Seyirci öyle istiyor.

Kanal 7 ile virgül koymuşum. Cümle bitmemiş. Şimdi noktayı koymak üzere buradayım.

İNSANLARI GÜLDÜRMEKTEN MUTLULUK DUYUYORUM

> Özel hayatınızda da şakacı bir insan mısınız? Yani aile ortamında, eşinizle, çocuğunuzla?

> Muhakkak işin içine şaka koyarız. Benim hayatımdaki en büyük özelliğim ve en sevdiğim tarafım Allah'ın bana hediye ettiği şakacı yönümdür. Ben insanları güldürmekten mutluluk duyuyorum. Buna sokaktaki insanlar, hayatın her alanındaki insanlar, artı ailem de dahil. Ailemi de güldürmeyi çok severim. Yani sokakta güldüren bir adam ailesini de güldürür. 5 yıl uzun bir zaman. Bu 5 yıl içerisine bazı olaylar girdi. Olaylar dediğim bazı duygular giriyor.

"İyi olduğun zaman espri şaka, neşe hepsi var. Ama problem, hüzün, Allah kimseye göstermesin dram olduğu zaman üzerinde o duygulara yakın renkleri daha çok taşıyorsun.

Sokakta yürürken bunları belli etmemek mecburiyetindesin. Bir de mümkün olduğu kadar yakınlarına ne yaşadığını belli etmeden, onları farklı bir yerlere götürmek zorundasın.

Bu sefer ne yapıyorsun. İşte hayatın komedi, eğlendirici tarafına daha çok giriyorsun. Hani palyaçolar maske takar ya. Son 3 senedir benim makyaj yapmama gerek yoktu. Çünkü benim kendi suratım palyaço olmuştu"

> Mesela?

> Hüzün gibi, dram gibi yani insanoğlunun bu hüzün duygularının bütün yelpazesini ben de 5 yıldan beri yaşadım. Ama mümkün olduğu kadar bunun içine komedi atardım. Genlerimde olduğu için, yapımda olduğu için atıyorum herhalde. Uzun bir süre ara verdiğim halde yine de insanları güldürmekten vazgeçmiyorum. Çocukluğumdan beri şakacıyımdır. Aslında şakacılığı bir aşama olarak değerlendiriyorum. Yani komik adam.

BİZ ŞAKACININ ÖNÜNE GEÇTİK, SOKAK TİYATROSU YAPIYORUZ

> Yani şakacı olarak değil de komik adam olarak anılmak istiyorsunuz..

> Evet, komik adam. Çünkü biz şakacının önüne geçtik, sokak tiyatrosu yapıyoruz. Biz Türki Cumhuriyetlere, Kuveyt’e, İran’a, Irak’a kadar uzanıyoruz. İlginç bir şey söyleyeyim, 2 -3 yıl önce beni bir kadın ve bir erkek çevirdi. ‘’Nereden izliyorsunuz?’’ dedim. ‘’Fas'tan izliyoruz’’ dediler. Artı Facebook'ta, ‘’Kanal 7'de şakacı başlıyor‘’denildi. New York’tan Berk diye bir çocuk, "Abi çok özledik, hemen gel" diye mesaj gönderdi. Yani şakacı ortalıklarda yok ama dünyada yeri çok.

MAKYAJ YAPMAMA GEREK YOKTU, SURATIM PALYAÇO OLMUŞTU

> Eşiniz ve kızınız komedyen yönünüzden şikâyetçiler mi?

> Şikayetçi değiller. 2-3 senedir çalışmadığım halde üstüme bir takım şeyler alıyorum. Farklı duygular seninle birlikte yaşıyor. İyi olduğun zaman espri şaka, neşe hepsi var. Ama problem, hüzün, Allah kimseye göstermesin dram olduğu zaman üzerinde o duygulara yakın renkleri daha çok taşıyorsun. Sokakta yürürken bunları belli etmemek mecburiyetindesin. Bir de mümkün olduğu kadar yakınlarına ne yaşadığını belli etmeden, onları farklı bir yerlere götürmek zorundasın. Bu sefer ne yapıyorsun. İşte hayatın komedi, eğlendirici tarafına daha çok giriyorsun. Hani palyaçolar maske takar ya. Son 3 senedir benim makyaj yapmama gerek yoktu. Çünkü benim kendi suratım palyaço olmuştu.

KOMEDİ GEN TRANSFERİNİ ANNEMDEN ALDIĞIMA İNANIYORUM

> Sizin bu şakacı özelliğiniz genetik mi? Yani anneden babadan mı geçti yoksa kendinize has bir özelliğiniz mi?

> Gen transferlerine inanıyorum. Yani iyi, kötü, sanatsal. Ben babamı tanımıyorum, 3 yaşında kaybettim. Annem komşuları arasında farklıydı. Onları güldüren bir yapıya sahipti. Bu gen transferini annemden aldığıma inanıyorum. Babamdan zeka transferi olduğunu düşünüyorum. Sonra bunlar bir kazana girmiş içinden Çetin Çiftçioğlu çıkmış. O da üzerine kata kata yürüyor. Yürürken de bu sefer senin gen transferlerin oluşuyor.

Benim babam Kıbrıslı. Kıbrıslıların espri düzeyleri yüksektir. Komedi genlerim annemden ve babamdan geçti. Ben bunu gen diye lanse ediyorum. Benim babam Kıbrıslı, baba tarafı dedem Arap, annem Boşnak. Bakın harita nereden nereye geçiyor. Arabistan'dan Kıbrıs'a geldi. Oradan Yugoslavya tarafına geçti. Oradan anne tarafından dedem Kafkas Tatarı. Ben Zonguldak doğumluyum. Böyle bir gene sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Bütün Türkiye'yi şakacı güldürüyor. Kıbrıs, İran, Kafkasya, Türk Cumhuriyetleri hep bizi izliyor. Bu da bana atalarımdan geçen gen mirasından kaynaklanıyor. Bir de bunu görerek yaşıyorum.

NE KADAR YÜKSELİRSEK YÜKSELELİM, HEM AŞAĞIYI HİSSEDECEĞİZ

> Sizden kızınıza geçti mi? Kızınızın şaka yeteneği var mı?

> Kızıma nasıl geçti? Bu genler kızımdan başka şekilde fışkıracak. Kızım çok zeki ve baktığı zaman görmesini biliyor. Ben hayatı daha çok görmek için bakan insanlardanım. Kızım hayata çok iyi bakıyor. Yani ayrıntılara. Zaten bizlerin en büyük hatalarından bir tanesi yükseldikçe tabanla irtibatı kaybetmemiz değil midi? Gerek görsel, gerek duygusal olarak. Ne kadar yükselirsen yüksel, yürürken toprağın zerreciklerini toprağın üzerinde gezen karıncayı görmek mecburiyetindesin. Şayet yükseldikçe karıncayı görmezlikten gelirsen o zaman aşağıda ne olduğunu unutursun. O nedenle ne kadar yükselirsek yükselelim hem aşağıyı hissedeceğiz, hem de aşağıya bakmaktan ve görmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Kızım da ayrıntılı bakıyor. Biz televizyoncuların deyimleriyle frameleri görüyor. O fotoğrafçılığı seçti. Dolayısıyla hayat sahasını fotoğrafçılıkta yürümek istiyor. Vizörün arkasından iyi bakıyor. Önce vizörün önünü, olayı görüyor. Fotoğrafı gözleri ile algılıyor. Hemen geçip resimliyor. Onun öyle bir yeteneği var. Komedi tarafı da var. Benden fazla almış.

> Eşiniz nasıl biri?

> Eşim hayatını bize adamış bir insandır.

> Ciddi midir?

> Ciddidir, sistemlidir. Kızımın ve benim sistemimiz yoktur. Hayatımız pratik sistem üzerine kurmuşuzdur. Eşim disiplinlidir ama kızımla ben değiliz. O gerek ailesel, gerek kişisel olarak hayattaki yürüme yolu üzerinde belli sistemler kurmuştur. Dolayısıyla bizim en eksik tarafımızı o tamamlar.

> Peki hüzünlerinizi kiminle paylaşıyorsunuz?

> Kendimle ve Yaradan ile….

İŞİNE AŞIK İSEN VE NİYETİN GÜZELSE ŞANS SENDEN YANADIR

> Ne yaparsınız?

"Eğlendirmek mecburiyetindeyiz.

Dolayısıyla da biz onlara şakazede deriz ve içimize alırız. İçimizde bir oyuncu ve eğlendirici bir şey olur.

Diğer programlarla aramızda böyle bir fark var. Onlar içlerine almıyorlar. Komik taraflarını meydana çıkartmıyorlar, eğlendirmiyorlar. Dolayısı ile de dışlıyorlar. Yani o tuzağın dışına atıyorlar..."

> Sıralama yaparsan insanın önce Allah'ı, sonra ailesi, sonra işi. İkinci ve üçüncüyü yer değiştirebilirsiniz ama önce Allah. Ayakta dik durabilmek için Yaradan’ın desteğinin olması lazım. Samimiysen, dürüstsen, yürürsen desteği alırsın kardeşim. Ben hayatta şansa ve şanssızlığa inanmam. İşine aşık isen ve niyetin güzelse şans senden yanadır. Niyetin kötüyse şansı pek arama. O zaman olaylara şanssızlık gözüyle bakarsın. Benim şans ve şanssızlık değerlendirmem budur. Burada samimi olarak yöneliyorsan, diliyorsan, hatta ellerini samimi olarak açıyorsan yardım gelir. Ama bu sadece kötü olduğun zamanlarda ‘’yardım et’’ değil. Biz yazıyoruz, kul yazar, Yüce Yaradan da kurgular. Onun için ne yapıyorsan karşılığında onu görürsün. Benim zaten hayatım böyleydi. Ha! Bu sefer bir de fazla pişiyorsun, tavrın farklı oluyor. Bir demircinin demiri dövmesi gibi o zaman soğuğa karşı da durabiliyorsun, sıcağa karşı da erimiyorsun. Yani yürüyüp hedefine gidiyorsun. Bir maç 90 dakikada biter değil mi? Sonra uzatma dakikaları vardır. Yaradan’dan bana uzatma dakikalarını nasip etmesini diliyorum.

> İnşallah! Pişman olduğunuz ya da keşke yapmasaydım dediğiniz şaka var mı?

> Hiç yok.

> En çok beğenip keyif aldığınız şakanız hangisi?

> Şakalarımı birinci sıraya koy desen, Saddam'ı Türkiye'ye getirdik, Amerikalı askerleri Türkiye'ye getirdik. Eyüp Şafak spor takımını Olimpik Lyon diye içeri soktuk. Haydarpaşa Tren Garı'nda, tren marş motoruna basmıyor diye tren ittirdik. Yalova'dan dalıp Avcılar'dan çıktık. Bunlar bir kere hep baş yapıtlar. Bunların içerisinde bir numarada trafik canavarı vardır. Yani trafik canavarını yakaladık, kutuya koyduk ve emniyete teslim etmeye çalıştık. Vatandaş bunu ciddi olarak yaptı. İnandılar. 25 yıldır "İçinizdeki trafik canavarını durdurun" diye bir slogan var. Ama 25 yıl sonra milyarlarca lira harcanmış bir reklamın sonunda hala, bir kişi bile olsa, trafik canavarının gerçekten yaşadığına inanıyorsa ve onu yakalayıp emniyete götürmeye kalkıyor. Bu beni çok etkilemiştir.

ASLINDA MAHCUP BİR ADAMIM, ŞAKALARI İZLERKEN KENDİMİ İZLEYEMEM

> Şakalarınızı izler misiniz?

> Ben aslında mahcup bir adamımdır. Şakaları izlerken kendimi izleyemem. Kendimi izlediğim taraflar şudur; ‘’Nerede bir eksik var. Ya da neresi daha hoş’’. Kendini izlersen tekrara düşme riskin var. Kendini izlediğin bir plan aklında kalır. Bu sefer başka bir planda, başka bir şeyde aynı noktaya değinirsin. Bu sefer kendi içinde seni tekrara götürür. Onun için mümkün olduğu kadar her şakada ayrı bir tarafını sunmalısın.

TANIŞTIĞIM HER İNSAN ZATEN BİR KİTAP

> Çok enteresan…

> Şakaları izliyorum. Kendimi izlemiyorum. Daha çok aktörleri izlerim. Aktör bende şakazededir. Ben yardımcı aktörüm. Allah izin verirse kitap yazacağım. Artık zamanı geldi. Çünkü ben çocukluğumdan beri kitap okumam. Toplam okuduğum kitap sayısı 10'u geçmez. Üslubum başka bir üslubun altında olsun istemedim. Etkilenmeyi istemedim. Tolstoy'u okumadım. Büyük yazarların kitaplarını etki altında kalmamak için okumadım. Bu arada okumazken de okudum. Nasıl mı? Hayat her gün bir sayfa, her gün bir okumak, artı tanıştığım her insan zaten bir kitap.

> O zaman çevrenizdeki insanları, olayları çok iyi gözlemliyorsunuz…

> İstemeyerek. Gözlemlemek için sokağa çıkmıyorum. Bana, "malzeme mi arıyorsun" der bazıları. Ben sokağa malzeme aramak için çıkmıyorum ki. Yaşamaya çıkarım. Ama şanslıysan olay sana denk gelir. Ben doğaçlama bir insanım. Zaten hiç bir şakam senaryolu değildir. Sadece başlıkları vardır. Şakalar hep çocuklarımdır.

ŞAKAZEDELERİ BELİRLEMEK İÇİN YÜKSEK İLKOKUL MEZUNU OLMAK LAZIM

> Şakazedeleri nasıl seçiyorsunuz? Herhalde her önünüze gelenle şaka yapmıyorsunuz. Kriterleriniz olmalı…

> Kriterlerim ne biliyor musun? Sokağı iyi bilmek, yani yüksek ilkokul mezunu olmak lazım! İnsanın ruhu baskındır. İnsan suratı bir aynadır. Keyifli, keyifsiz, hangi boyutta veya hangi enlemde olduğunu yansıtır. Ama her insanın da bir boşluğu vardır. Buna ben de her insan da dahi. Fakat sokakta o kültürü bildiğim için bundan daha iyi bir şaka çıkar. Buna sakın dokunmayın, bu bugün patlayacak yer arıyor. Mesela bir taksiciye şaka yapıyorsak, taksicinin suratına baktığımda tehlikeleri öyle bertaraf ederim. Yani olduğu gibi suratına yansıdığı için orada birebir çözümleme yaparım. Derim ki mesela; ‘’Bu siyah pardüseli adam geçsin, arkadan eli çantalı adam geçsin. Sarı ceketliye gidiyorum dediğimde sarı ceketliye giderim. Onunla şaka yaparım. Hani niyetiniz güzelse, işinizi de çok seviyorsanız şanslısınızdır. Nasıl şanlısınızdır? 2001 kışında, Topkapı surlarının önünde bir şaka çekiyorum. Mayo, gözlükler, elimde paletler, şnovker plaj arıyorum. İnsanların zor yürüdüğü bir karlı havada. Minibüsten indim. Denize gideceğim ama etraf beyazdan gözükmüyor. Bana insanlar dediler ki, "O şakayı çekerken donmadın mı?". Şaka 15 dakikada bitti biliyor musunuz? Birinci tipi geldi şakaladım. İkinci tipi şakaladım. 15 dakikada çektik. Edirnekapı'dan kalkıp kanala geldik. Paydos dedik. İşte bu. Akşama kadar da bekleyebilirdim. İş 15 dakikada çıktı. Bu taraftan gel de kop yukardan kardeşim.

BENİ İLK KEZ ESRA ÖZMEN ŞAKALADI

> Peki size hiç şaka yapıldı mı? Eminin ki bir çok insan size şaka yapmak istiyordur.

> Beni ilk kez 2000 yılında Esra Özmen şakaladı.

> Nasıl bir şaka yaptı?

> Kanal 7'de çalışırken şakaladı. Şimdi biz televizyoncuların en büyük hatası televizyon izlememektir. Halbuki ne olup bittiğine bakmamız lazım değil mi? Belki bir reklamdan, belki bir dizideki oyuncudan, belki de farklı bir belgeselden bir şey yakalama şansınız var. TGRT'de Esra Özmen’in olduğunu biliyorum fakat programını izlemiyorum. Dolayısı ile de tipini tanımıyorum. Beni TGRT'ye konuk ettiler. Bir de güzel bir gün seçtiler. Pazartesi sabahı. Pazar gecesi yayından çıktım. 3-4 gibi yattım. Sabah 9'da TGRT'ye gittim. Beni bir bayan karşıladı. ‘’Merhaba ben Esra Özmen hoş geldiniz’’ dedi. ‘’Hoş bulduk Esra hanım, nasılsınız?’’ dedim. Sonra kendi kendime, "Esra Özmen dedikleri bu muymuş" dedim.

> Niye? Çirkin miydi?

> Yani bir sanatçı havası o kadar yoktu. Sonra ben sahnenin arkasında dolaşıyorum. Programa çıkacağım. İçeriden Esra Özmen şarkı söylüyor. Program başladı. Yine kendi kendime ‘’Allah Allah, bu sanatçılık tiple falan olacak iş değil’’ dedim. Beni programa konuk aldılar. Ankaralı Turgut ve ben varım. Yine aynı bayan geldi. Esra Özmen de seyircilerin arasına oturmuş. Aynı bayan benimle orada muhabbet etmeye başladı. Sonra seyircileri gaza getirmişler. Seyirciler de işte sizi hiç beğenmiyoruz gibi şeyler söylediler. Sonra Esra Özmen seyircilerin arasından indi. "Ben seni şakaladım Çetin Çiftçioğlu" dedi. Ben de, "Tebrik ederim, inanılmaz güzel bir iş" dedim. Boşluk işte. Ondan sonra hayata daha dikkatli bakmaya başladım. Yalnız şaka konusunda değil tabi.

ŞAKAZEDELERİ BİZ İÇİMİZE ALIRIZ...

> Diğer şaka programlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı buluyor musunuz?

> Bir sokağa gelirsin. Kameraları kurarsın. Kameramanlar vardır. Olaydan haberleri vardır. Oyuncularımız vardır, olaydan haberleri vardır. Şimdi sokakta bir insan yürümektedir ve biz bu kişiyi şakalayacağız. Dolayısı ile bu bir tuzaktır aslında. O insan bu tuzağın içine girdiğinde biz o insanın gururuyla, onuruyla oynamadan, seks bulaştırmadan onun komedi taraflarını, mizah taraflarını, oyunculuk taraflarını deşerek ortaya çıkartıp bir komedi yaratmak mecburiyetindeyiz. Eğlendirmek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla da biz onlara şakazede deriz ve içimize alırız. İçimizde bir oyuncu ve eğlendirici bir şey olur. Diğer programlarla aramızda böyle bir fark var. Onlar içlerine almıyorlar. Komik taraflarını meydana çıkartmıyorlar, eğlendirmiyorlar. Dolayısı ile de dışlıyorlar. Yani o tuzağın dışına atıyorlar.

> Yani ne yapıyorlar?

> Yani dehşet gösteriyorlar, korkutuyorlar. O zaman şaka yapılacak insan, kendini o tuzağın dışında biçare, savunmasız hissediyor. Ben bu mantığa karşıyım. İçine almalı ve eğlendirmeli. Yani ismi üstünde şaka değil mi? İçinde gülmece, eğlence olmayacak mı? Ben bizim programın eğlendirici ve komik olduğuna inanıyorum. Biz dehşet bulaştırmıyoruz. Bizim en büyük dehşetimiz ne biliyor musunuz? Bir goril kıyafeti giyerim, insanları kovalarım. Fakat elime sopa alıp insanları korkutmam. İnsanların saçını tutup, "Ne bu saçlar" demem.

DİĞER ŞAKACILARDA ÇETİN ÇİFTÇİOĞLU’NU GEÇME KOMPLEKSİ VAR

> Siz abileri sayılırsınız.Onlarla iş birliği düşündünüz mü ya da onlardan böyle bir teklif geldi mi?

> Bu takımı şaka takımı olarak düşünün. Ama ben Arda gibi, Alex gibi, Delgado gibi oynamak istiyorum. Her maçımı iyi oynamak istiyorum. Hayatımda geri kalmayı hiç sevmem. Hep önde ve farklı olmalıyım. İyi, dürüst, duygusal ve samimi olmalıyım. Benim en büyük şanslarımdan bir tanesi de duygularımın yüksek dozda olmasıdır.

> Onlar, ‘’Sen bizim abimizsin, gel beraber ortak bir iş yapalım’’ deseler kabul eder misiniz?

> İnsanın önce kendindeki basamağı geçmesi lazım. En iyi ben değilim. En iyi hep dışarıdadır. En iyi oraya gelir, buraya gelir ama en iyi hep dışarıdadır. Ben en iyiyim demiyorum. Fakat diğer şakacılarda Çetin Çitfçioğlu'nu geçme kompleksi var. O zaten geçecekse geçecektir. Kimse bir şey yapamaz ki. Ama dikkat et sen geçmeye çalışırken seni biri geçmesin. Ben hiç bir zaman, şunu geçeyim diye düşünmedim. Ben sadece kendim için önde olmayı seviyorum.

> Yani onlarda böyle bir iş birliğini düşünmüyorsun?

> Bir adım atana 5 adım atarım. Yeter ki içinde samimiyet olsun. Reddetmem.

İNSANLARLA ALAY EDİLDİKTEN SONRA ÜSTÜNE PARA VERMEYİ SUS PAYI KABUL EDİYORUM

> TRT'deki şaka programını izlediniz mi? O programla ilgili çok eleştiri var.Siz ne düşünüyorsunuz?

> Ben insanlara kötü davranıldıktan sonra, insanlarla alay edildikten sonra, üstüne para vermeyi sus payı kabul ediyorum. Al parayı, sus payı. Toplumda bir sürü beni tanıyan veya tanımayan insanlarla sohbet ederim. İnşallah bana denk gelir, ‘’1-2 milyara çok ihtiyacım var’’ diyorlar. Yani sokaktaki insan şimdi o programa inşallah karşılaşırız da cebimize üç beş kuruş girer diye bakıyor. Bu arada tanısalar, tanıdıkları halde tanımaz rolü yapacaklar. Şaka içinde şaka olacak. Bizde konsept şudur; ‘’Ah şakacıya bir yakalansak da biz de şakalansak’’. Habersiz bile olsa çünkü şakacıda sevgi vardır.

ŞAKA ÇEKECEĞİMİZ MEKAN ŞAKAZEDE PROFİLİNİ OLUŞTURUR

> Şakazedeleri daha çok varoşlardan mı seçiyorsunuz?

> Şaka çekeceğimiz mekan şakazede profilini oluşturur. Eminönü'nde bütün Türkiye yürüyor. Yani o gün Gaziantep'den, Diyarbakır'dan, Ankara'dan gelmiştir. Bütün Türkiye yürür. Etiler'de çekersen VIP yürür. Ama şakanın konusu Etiler'de çekmeye müsait olsun. Olimpik Lyon şakasını havalimanından çektiğimde 50 tane basından arkadaşımı şakaladım. Kriter şakanın kendisi, profili o oluşturuyor. Garibanlara şaka yapmak kolay, zaten bitik. Bunu avantaj olarak kullanmak hoş değildir.

HAYALLERİNDE SAMİMİYSEN, DÜRÜRSTSEN, GERÇEK OLUR

> Son olarak başarını sırrını özetler misin?

> Mozart dahi 35 yaşında öldürüldü. Öldüren, sarayın haset bir baş müzisyeni Salieri’ydi. Mozart'ı çekemedi. Türkiye'de Mozart yok ama Salieri çok. Yani başkasının hayatıyla oynayan, haset duyguları yaşayan çok. Müzisyenlik yıllarımda bana bir sanatçı; "Çetin bak, bu duvar başarıya gider. Bu duvarda bir takım insanlar tutunmuş yükseliyor senin önünde. Onları tutacaksın, aşağı çekeceksin ve üzerine basıp çıkacaksın" demişti 1977 yılında. Ben de kendisine demiştim ki; "Ben öyle başarı istemiyorum." Öyle başarı istemediğim için 1977'den 94'e kadar bekledim. Hayallerinde dürüstsen, samimiysen, hayallerin gerçek olur.

(Haber 7)-NURSEL TOZKOPARAN