5 Dalda Oscar Ödülü alan THE ARTİST
29.02.2012 - 18:36, Güncelleme:
29.02.2012 - 18:36
5 Dalda Oscar Ödülü alan THE ARTİST
5 dalda Oscar ödülü alan The Artist filminin özetini Zeytinburnu Haber sizler için derledi
Tür: Dram, Romantik, Yönetmen: Michel Hazanavicius, Oyuncular: John Goodman, James Cromwell, Jean Dujardin, Penelope Ann Miller, Bérénice Bejo, Yapımcı: Thomas Langmann, Antoine De Cazotte, Emmanuel Montamat, Daniel Delume, THE ARTİST En iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi orijinal müzik, en iyi kostüm tasarımı dâhil 5 dalda Oscar ödülü alan film, konusu itibari ile tam bir Türk filmi izlenimi uyandırıyor. Klasik dönem Amerikan sineması hayranı iseniz ve sessiz filmlerden hoşlanıyorsanız kaçırmamanız gereken, biçim ve içerik olarak dolu bir film. Değilseniz de seyrettiğinizde hayranı olacaksınız zaten. Hollywood’un sıradan bir insanı yıldızlaştırırken bir yıldızı acımasızca nasıl yok ettiğini görüyorsunuz. .Sinema büyüsünün bütün dünyayı kasıp kavurduğu 1920’li yılların sonunda Kinograph Film Stüdyolarının oyuncusu olan George Valentin sessiz filmlerin vazgeçilmez artistidir. Güzel bir eşi, görkemli bir evi olan ve Hollywood’un en büyük starlarından birisi olan Valentin’in her filmi gişe rekorları kırmaktadır. İnsanlar onu görmek ve onunla konuşmak için kapısında beklemekte ve hayranlıkla onu izlemektedir. The Artist, sessiz film olmasına rağmen, bir sinema salonunda sessiz film izleyen seyirciler ile başlıyor. Daha önce böyle bir sahne ile karşılaşmadığınızdan size ilginç geliyor. Seyircilerin filmi izlerken ki heyecanlarını, korkularını, sevinişlerini görüyor ve film ile seyirciler arasındaki sıcak ve yakın ilişkiye tanık olurken siz neden aynı duyguları taşımadığınızı etrafınızdaki seyircilere bakarak düşünüyorsunuz. Bir de dikkatinizi sinema salonunda ki orkestra çekiyor. Sessiz sinema da film müziği canlı performans olarak karşınıza çıkıyor ki bu da size şaşırtıcı gelecektir. Filmin baştan sona siyah beyaz ve sessiz olması kafanızda soru işaretleri oluşturmasın. O kadar rahat ve sıkılmadan izliyorsunuz ki vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Sessiz olması, sanatçıların tamamen vücut dili ve yüz mimiklerini kullanmak zorunda kalmaları, ortaya mükemmel bir sahne performansının çıkmasına sebep oluyor. O kadar harika ve birbirleri ile uyum içerisinde rol yapıyorlar ve vücut dilini öylesine mükemmel kullanıyorlar ki konuşmalarına gerek kalmıyor. Kâinattaki uyumu filme aktarmış oluyorlar. Aslında Valentin’in filmin ortalarında söylediği “ben kukla değilim sanatçıyım, sesli filmler ciddiyet taşımıyor.”ifadesine katılıyor gibi oluyorsunuz. Ses, yeteneksizleri de sanatçı yapıyor. Sessiz filmlerde yeteneğin yoksa rol yapman imkânsız. Dizilerimizde oynayanlar dâhil sanatçılarımızın büyük bir kısmı sergiledikleri sahne performansı ile sessiz filmlerde rol alamayacağını düşünüyorum ki siz de seyrettiğinizde aynı kanıya sahip olacaksınız. Donuk bir yüz ve söze eşlik etmeyen bir vücut dili ile sessiz film çevirmek imkânsız. Hele o Valentin’in yüzünü ve kaşlarını kullanmasında ki mahareti görünce, oyunculuğun Allah vergisi bir kabiliyet olduğunu düşünüyorsunuz. Sonradan kazanılmıyor sadece geliştiriliyor. Bir sanatçımız da The Artist’in onuncu dakikasında “bu nasıl film” diyerek çıkmış ve parasını istemiş. Tabii aramızda o kadar kültür farkı olsun. Hollywood seviyemize göre de filmler yapmalı. Bodrum (tatil beldesi olan) kültürü denilen üst bir sınıf var, onları memnun etmek gerçekten zor. Sinemaya sesin gelmesi ile değişen düzene ayak uyduramayan George Valenti’nin hayatı alt üst olur. Bir gün stüdyoya geldiğinde Kinograph’ın stüdyolarını yalnızca sesli yapım çekeceği için kapattığını öğreniyor. Kötü haber bununla da sınırlı değildir. Patron ile konuşması da tam bir Türk filmi repliği. Patronun ona, işten çıkardığını söylemesi ve Valentin’in beni yok edemezsiniz, ben starım tarzı konuşması size seyrettiğiniz Türk filmlerini hatırlatabilir. —Biz başka çağlarda kaldık. Dünya konuşuyor artık. İnsanlar yeni yüzler istiyor, konuşan yüzler. Keşke böyle olmasaydı ama halk taze yüzler görmek istiyor ve onlar asla yanılmaz. —İnsanlar beni görmeye geliyor. Sesimi duymaları gerekmedi hiç. Sesli filmlerini çek sen. Muhteşem bir film çekeceğim ve bunun için sana ihtiyacım yok. Bir şekilde tanışıp, sinema sanatında kalmasını sağladığı Peppy Miller yükselirken Valentin’in de çöküşü başlıyor. Yaptığı film “aşkın gözyaşları” tutmuyor, borsa çöküyor ve tüm parasını kaybederek iflas ediyor. Eşi de evi terk etmen için 2 haftan var deyince, şoförü ile birlikte küçük bir yere taşınıyor. Kendisini içkiye veriyor. Sonunda şoförüne arabasını vererek onu gönderiyor ve tüm eşyasını açık arttırma ile satışa çıkartıyor. Eşyalarının hepsini, Valentin hızla dibe vururken aynı hızla yükselen ve sesli filmlerin aranan starı olan Peppy Miller alıyor. Nasıl ama tam bir Türk filmi senaryosu değil mi? Peppy’nin bir gazeteye röportaj verirken, arkasında oturan valentin’i fark etmeden söylediği sözler ve Valentin’in de verdiği cevap sahnesi de çok güzel. “İnsanlar, eski aktörlerin anlaşılmak için kameraya mimik yapmasından bıktı artık. Eskiler gitsin yeniler gelsin. Gençlere yol versinler. Hayat böyle” deyince Valentin’in ayağa kalkıp “yolunu açtım.” Demesi ve Peppy’nin yaptığı hatayı anlaması. Burada Valentin’in akşam işinin zirvesinde yatıp sabah kalktığında bir anda işsiz kalması ve yavaş yavaş her şeyini kaybederken ki gösterdiği performans tek kelime ile harika. Yaşadığı hüzün ve bunu yansıtmamaya çalışması, o kalender duruşu, fakirliği ve her şeyini kaybetmesine rağmen gururlu, vakur ve cömert hali sizi de duygulandırıyor. Cannes’de en iyi erkek oyuncu ödülü alan Valentin’in ve ona oyunu ile eşlik edip mükemmel bir performans sergileyen Peppy’nin, filmin oyunculuk anlamında nerde ise tüm yükünü üstlenmeleri ve müthiş armonileri ile filmi sıkılmadan izlenebilir ve zevkli hale getirmeleri, onlara oscar’ı getireceğini düşünüyordum ki Valentin’in almasının yanında peppy’de almalıydı. Sonrasında iyice bunalıma giren Valentin evdeki filmleri yakıyor ve çıkan dumandan bayılıyor, köpeği sayesinde kurtarılıp hastaneye kaldırılıyor. Peppy bunu duyunca soluğu hastanede alıyor ve Valentin’i kendi evine taşıyor. Peppy ona beraber film çevirme teklifinde bulunuyor. Bu teklifin Peppy’den gelmesi ona ağır gelirken, sattığı eşyaların da Peppy tarafından alındığını görünce tekrar depresyona giriyor ve evine intihar etmeye gidiyor. Sonra ne olacak ve asıl önemlisi filmin başından sonuna kadar hiç konuşmayan Valentin’in filmin sonunda ilk ve son kez ne konuştuğunu öğrenmek istiyorsanız filmi seyretmeniz gerekecek. Filmin finalinde Valentin ve Peppy’nin beraber oynadıkları dans sahnesi bizi o dönemin filmlerinin coşkusunu yaşatmayı başarıyor. Burada uşak rolündeki büyük karakter oyuncusu James Cromwell ile küçük köpeğin muhteşem oyunu da takdiri hak ediyor. Başta söyledim, konusu itibari ile tam bir Türk filmi. Valentin rolünü bizde en iyi canlandıracak aktör başkası değil Sadri Alışık olurdu. Peppy rolü de Hülya Koçyiğit’e çok yakışırdı. Yönetmen Michel Hazanavicius, çok güzel bir filme imza atmış ve Oscar’ı hak ederek almış. Bizden bir film ve bizden sahneler ile yapılmış olan The Artist’i sıkılmadan zevkle seyredecek ve vaktin nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız. Kaçırmayın. M.Metin Bayram
5 dalda Oscar ödülü alan The Artist filminin özetini Zeytinburnu Haber sizler için derledi
Tür: Dram, Romantik,
Yönetmen: Michel Hazanavicius,
Oyuncular: John Goodman, James Cromwell, Jean Dujardin, Penelope Ann Miller, Bérénice Bejo,
Yapımcı: Thomas Langmann, Antoine De Cazotte, Emmanuel Montamat, Daniel Delume,
THE ARTİST
En iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi orijinal müzik, en iyi kostüm tasarımı dâhil 5 dalda Oscar ödülü alan film, konusu itibari ile tam bir Türk filmi izlenimi uyandırıyor. Klasik dönem Amerikan sineması hayranı iseniz ve sessiz filmlerden hoşlanıyorsanız kaçırmamanız gereken, biçim ve içerik olarak dolu bir film. Değilseniz de seyrettiğinizde hayranı olacaksınız zaten. Hollywood’un sıradan bir insanı yıldızlaştırırken bir yıldızı acımasızca nasıl yok ettiğini görüyorsunuz.
.Sinema büyüsünün bütün dünyayı kasıp kavurduğu 1920’li yılların sonunda Kinograph Film Stüdyolarının oyuncusu olan George Valentin sessiz filmlerin vazgeçilmez artistidir. Güzel bir eşi, görkemli bir evi olan ve Hollywood’un en büyük starlarından birisi olan Valentin’in her filmi gişe rekorları kırmaktadır. İnsanlar onu görmek ve onunla konuşmak için kapısında beklemekte ve hayranlıkla onu izlemektedir.
The Artist, sessiz film olmasına rağmen, bir sinema salonunda sessiz film izleyen seyirciler ile başlıyor. Daha önce böyle bir sahne ile karşılaşmadığınızdan size ilginç geliyor. Seyircilerin filmi izlerken ki heyecanlarını, korkularını, sevinişlerini görüyor ve film ile seyirciler arasındaki sıcak ve yakın ilişkiye tanık olurken siz neden aynı duyguları taşımadığınızı etrafınızdaki seyircilere bakarak düşünüyorsunuz. Bir de dikkatinizi sinema salonunda ki orkestra çekiyor. Sessiz sinema da film müziği canlı performans olarak karşınıza çıkıyor ki bu da size şaşırtıcı gelecektir.
Filmin baştan sona siyah beyaz ve sessiz olması kafanızda soru işaretleri oluşturmasın. O kadar rahat ve sıkılmadan izliyorsunuz ki vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Sessiz olması, sanatçıların tamamen vücut dili ve yüz mimiklerini kullanmak zorunda kalmaları, ortaya mükemmel bir sahne performansının çıkmasına sebep oluyor. O kadar harika ve birbirleri ile uyum içerisinde rol yapıyorlar ve vücut dilini öylesine mükemmel kullanıyorlar ki konuşmalarına gerek kalmıyor. Kâinattaki uyumu filme aktarmış oluyorlar. Aslında Valentin’in filmin ortalarında söylediği “ben kukla değilim sanatçıyım, sesli filmler ciddiyet taşımıyor.”ifadesine katılıyor gibi oluyorsunuz.
Ses, yeteneksizleri de sanatçı yapıyor. Sessiz filmlerde yeteneğin yoksa rol yapman imkânsız. Dizilerimizde oynayanlar dâhil sanatçılarımızın büyük bir kısmı sergiledikleri sahne performansı ile sessiz filmlerde rol alamayacağını düşünüyorum ki siz de seyrettiğinizde aynı kanıya sahip olacaksınız. Donuk bir yüz ve söze eşlik etmeyen bir vücut dili ile sessiz film çevirmek imkânsız. Hele o Valentin’in yüzünü ve kaşlarını kullanmasında ki mahareti görünce, oyunculuğun Allah vergisi bir kabiliyet olduğunu düşünüyorsunuz. Sonradan kazanılmıyor sadece geliştiriliyor. Bir sanatçımız da The Artist’in onuncu dakikasında “bu nasıl film” diyerek çıkmış ve parasını istemiş. Tabii aramızda o kadar kültür farkı olsun. Hollywood seviyemize göre de filmler yapmalı. Bodrum (tatil beldesi olan) kültürü denilen üst bir sınıf var, onları memnun etmek gerçekten zor.
Sinemaya sesin gelmesi ile değişen düzene ayak uyduramayan George Valenti’nin hayatı alt üst olur. Bir gün stüdyoya geldiğinde Kinograph’ın stüdyolarını yalnızca sesli yapım çekeceği için kapattığını öğreniyor. Kötü haber bununla da sınırlı değildir. Patron ile konuşması da tam bir Türk filmi repliği. Patronun ona, işten çıkardığını söylemesi ve Valentin’in beni yok edemezsiniz, ben starım tarzı konuşması size seyrettiğiniz Türk filmlerini hatırlatabilir.
—Biz başka çağlarda kaldık. Dünya konuşuyor artık. İnsanlar yeni yüzler istiyor, konuşan yüzler. Keşke böyle olmasaydı ama halk taze yüzler görmek istiyor ve onlar asla yanılmaz.
—İnsanlar beni görmeye geliyor. Sesimi duymaları gerekmedi hiç. Sesli filmlerini çek sen. Muhteşem bir film çekeceğim ve bunun için sana ihtiyacım yok.
Bir şekilde tanışıp, sinema sanatında kalmasını sağladığı Peppy Miller yükselirken Valentin’in de çöküşü başlıyor. Yaptığı film “aşkın gözyaşları” tutmuyor, borsa çöküyor ve tüm parasını kaybederek iflas ediyor. Eşi de evi terk etmen için 2 haftan var deyince, şoförü ile birlikte küçük bir yere taşınıyor. Kendisini içkiye veriyor. Sonunda şoförüne arabasını vererek onu gönderiyor ve tüm eşyasını açık arttırma ile satışa çıkartıyor. Eşyalarının hepsini, Valentin hızla dibe vururken aynı hızla yükselen ve sesli filmlerin aranan starı olan Peppy Miller alıyor. Nasıl ama tam bir Türk filmi senaryosu değil mi?
Peppy’nin bir gazeteye röportaj verirken, arkasında oturan valentin’i fark etmeden söylediği sözler ve Valentin’in de verdiği cevap sahnesi de çok güzel. “İnsanlar, eski aktörlerin anlaşılmak için kameraya mimik yapmasından bıktı artık. Eskiler gitsin yeniler gelsin. Gençlere yol versinler. Hayat böyle” deyince Valentin’in ayağa kalkıp “yolunu açtım.” Demesi ve Peppy’nin yaptığı hatayı anlaması.
Burada Valentin’in akşam işinin zirvesinde yatıp sabah kalktığında bir anda işsiz kalması ve yavaş yavaş her şeyini kaybederken ki gösterdiği performans tek kelime ile harika. Yaşadığı hüzün ve bunu yansıtmamaya çalışması, o kalender duruşu, fakirliği ve her şeyini kaybetmesine rağmen gururlu, vakur ve cömert hali sizi de duygulandırıyor. Cannes’de en iyi erkek oyuncu ödülü alan Valentin’in ve ona oyunu ile eşlik edip mükemmel bir performans sergileyen Peppy’nin, filmin oyunculuk anlamında nerde ise tüm yükünü üstlenmeleri ve müthiş armonileri ile filmi sıkılmadan izlenebilir ve zevkli hale getirmeleri, onlara oscar’ı getireceğini düşünüyordum ki Valentin’in almasının yanında peppy’de almalıydı.
Sonrasında iyice bunalıma giren Valentin evdeki filmleri yakıyor ve çıkan dumandan bayılıyor, köpeği sayesinde kurtarılıp hastaneye kaldırılıyor. Peppy bunu duyunca soluğu hastanede alıyor ve Valentin’i kendi evine taşıyor. Peppy ona beraber film çevirme teklifinde bulunuyor. Bu teklifin Peppy’den gelmesi ona ağır gelirken, sattığı eşyaların da Peppy tarafından alındığını görünce tekrar depresyona giriyor ve evine intihar etmeye gidiyor. Sonra ne olacak ve asıl önemlisi filmin başından sonuna kadar hiç konuşmayan Valentin’in filmin sonunda ilk ve son kez ne konuştuğunu öğrenmek istiyorsanız filmi seyretmeniz gerekecek.
Filmin finalinde Valentin ve Peppy’nin beraber oynadıkları dans sahnesi bizi o dönemin filmlerinin coşkusunu yaşatmayı başarıyor. Burada uşak rolündeki büyük karakter oyuncusu James Cromwell ile küçük köpeğin muhteşem oyunu da takdiri hak ediyor.
Başta söyledim, konusu itibari ile tam bir Türk filmi. Valentin rolünü bizde en iyi canlandıracak aktör başkası değil Sadri Alışık olurdu. Peppy rolü de Hülya Koçyiğit’e çok yakışırdı. Yönetmen Michel Hazanavicius, çok güzel bir filme imza atmış ve Oscar’ı hak ederek almış. Bizden bir film ve bizden sahneler ile yapılmış olan The Artist’i sıkılmadan zevkle seyredecek ve vaktin nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız. Kaçırmayın.
M.Metin Bayram
Yönetmen: Michel Hazanavicius,
Oyuncular: John Goodman, James Cromwell, Jean Dujardin, Penelope Ann Miller, Bérénice Bejo,
Yapımcı: Thomas Langmann, Antoine De Cazotte, Emmanuel Montamat, Daniel Delume,
THE ARTİST
En iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi orijinal müzik, en iyi kostüm tasarımı dâhil 5 dalda Oscar ödülü alan film, konusu itibari ile tam bir Türk filmi izlenimi uyandırıyor. Klasik dönem Amerikan sineması hayranı iseniz ve sessiz filmlerden hoşlanıyorsanız kaçırmamanız gereken, biçim ve içerik olarak dolu bir film. Değilseniz de seyrettiğinizde hayranı olacaksınız zaten. Hollywood’un sıradan bir insanı yıldızlaştırırken bir yıldızı acımasızca nasıl yok ettiğini görüyorsunuz.
.Sinema büyüsünün bütün dünyayı kasıp kavurduğu 1920’li yılların sonunda Kinograph Film Stüdyolarının oyuncusu olan George Valentin sessiz filmlerin vazgeçilmez artistidir. Güzel bir eşi, görkemli bir evi olan ve Hollywood’un en büyük starlarından birisi olan Valentin’in her filmi gişe rekorları kırmaktadır. İnsanlar onu görmek ve onunla konuşmak için kapısında beklemekte ve hayranlıkla onu izlemektedir.
The Artist, sessiz film olmasına rağmen, bir sinema salonunda sessiz film izleyen seyirciler ile başlıyor. Daha önce böyle bir sahne ile karşılaşmadığınızdan size ilginç geliyor. Seyircilerin filmi izlerken ki heyecanlarını, korkularını, sevinişlerini görüyor ve film ile seyirciler arasındaki sıcak ve yakın ilişkiye tanık olurken siz neden aynı duyguları taşımadığınızı etrafınızdaki seyircilere bakarak düşünüyorsunuz. Bir de dikkatinizi sinema salonunda ki orkestra çekiyor. Sessiz sinema da film müziği canlı performans olarak karşınıza çıkıyor ki bu da size şaşırtıcı gelecektir.
Filmin baştan sona siyah beyaz ve sessiz olması kafanızda soru işaretleri oluşturmasın. O kadar rahat ve sıkılmadan izliyorsunuz ki vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Sessiz olması, sanatçıların tamamen vücut dili ve yüz mimiklerini kullanmak zorunda kalmaları, ortaya mükemmel bir sahne performansının çıkmasına sebep oluyor. O kadar harika ve birbirleri ile uyum içerisinde rol yapıyorlar ve vücut dilini öylesine mükemmel kullanıyorlar ki konuşmalarına gerek kalmıyor. Kâinattaki uyumu filme aktarmış oluyorlar. Aslında Valentin’in filmin ortalarında söylediği “ben kukla değilim sanatçıyım, sesli filmler ciddiyet taşımıyor.”ifadesine katılıyor gibi oluyorsunuz.
Ses, yeteneksizleri de sanatçı yapıyor. Sessiz filmlerde yeteneğin yoksa rol yapman imkânsız. Dizilerimizde oynayanlar dâhil sanatçılarımızın büyük bir kısmı sergiledikleri sahne performansı ile sessiz filmlerde rol alamayacağını düşünüyorum ki siz de seyrettiğinizde aynı kanıya sahip olacaksınız. Donuk bir yüz ve söze eşlik etmeyen bir vücut dili ile sessiz film çevirmek imkânsız. Hele o Valentin’in yüzünü ve kaşlarını kullanmasında ki mahareti görünce, oyunculuğun Allah vergisi bir kabiliyet olduğunu düşünüyorsunuz. Sonradan kazanılmıyor sadece geliştiriliyor. Bir sanatçımız da The Artist’in onuncu dakikasında “bu nasıl film” diyerek çıkmış ve parasını istemiş. Tabii aramızda o kadar kültür farkı olsun. Hollywood seviyemize göre de filmler yapmalı. Bodrum (tatil beldesi olan) kültürü denilen üst bir sınıf var, onları memnun etmek gerçekten zor.
Sinemaya sesin gelmesi ile değişen düzene ayak uyduramayan George Valenti’nin hayatı alt üst olur. Bir gün stüdyoya geldiğinde Kinograph’ın stüdyolarını yalnızca sesli yapım çekeceği için kapattığını öğreniyor. Kötü haber bununla da sınırlı değildir. Patron ile konuşması da tam bir Türk filmi repliği. Patronun ona, işten çıkardığını söylemesi ve Valentin’in beni yok edemezsiniz, ben starım tarzı konuşması size seyrettiğiniz Türk filmlerini hatırlatabilir.
—Biz başka çağlarda kaldık. Dünya konuşuyor artık. İnsanlar yeni yüzler istiyor, konuşan yüzler. Keşke böyle olmasaydı ama halk taze yüzler görmek istiyor ve onlar asla yanılmaz.
—İnsanlar beni görmeye geliyor. Sesimi duymaları gerekmedi hiç. Sesli filmlerini çek sen. Muhteşem bir film çekeceğim ve bunun için sana ihtiyacım yok.
Bir şekilde tanışıp, sinema sanatında kalmasını sağladığı Peppy Miller yükselirken Valentin’in de çöküşü başlıyor. Yaptığı film “aşkın gözyaşları” tutmuyor, borsa çöküyor ve tüm parasını kaybederek iflas ediyor. Eşi de evi terk etmen için 2 haftan var deyince, şoförü ile birlikte küçük bir yere taşınıyor. Kendisini içkiye veriyor. Sonunda şoförüne arabasını vererek onu gönderiyor ve tüm eşyasını açık arttırma ile satışa çıkartıyor. Eşyalarının hepsini, Valentin hızla dibe vururken aynı hızla yükselen ve sesli filmlerin aranan starı olan Peppy Miller alıyor. Nasıl ama tam bir Türk filmi senaryosu değil mi?
Peppy’nin bir gazeteye röportaj verirken, arkasında oturan valentin’i fark etmeden söylediği sözler ve Valentin’in de verdiği cevap sahnesi de çok güzel. “İnsanlar, eski aktörlerin anlaşılmak için kameraya mimik yapmasından bıktı artık. Eskiler gitsin yeniler gelsin. Gençlere yol versinler. Hayat böyle” deyince Valentin’in ayağa kalkıp “yolunu açtım.” Demesi ve Peppy’nin yaptığı hatayı anlaması.
Burada Valentin’in akşam işinin zirvesinde yatıp sabah kalktığında bir anda işsiz kalması ve yavaş yavaş her şeyini kaybederken ki gösterdiği performans tek kelime ile harika. Yaşadığı hüzün ve bunu yansıtmamaya çalışması, o kalender duruşu, fakirliği ve her şeyini kaybetmesine rağmen gururlu, vakur ve cömert hali sizi de duygulandırıyor. Cannes’de en iyi erkek oyuncu ödülü alan Valentin’in ve ona oyunu ile eşlik edip mükemmel bir performans sergileyen Peppy’nin, filmin oyunculuk anlamında nerde ise tüm yükünü üstlenmeleri ve müthiş armonileri ile filmi sıkılmadan izlenebilir ve zevkli hale getirmeleri, onlara oscar’ı getireceğini düşünüyordum ki Valentin’in almasının yanında peppy’de almalıydı.
Sonrasında iyice bunalıma giren Valentin evdeki filmleri yakıyor ve çıkan dumandan bayılıyor, köpeği sayesinde kurtarılıp hastaneye kaldırılıyor. Peppy bunu duyunca soluğu hastanede alıyor ve Valentin’i kendi evine taşıyor. Peppy ona beraber film çevirme teklifinde bulunuyor. Bu teklifin Peppy’den gelmesi ona ağır gelirken, sattığı eşyaların da Peppy tarafından alındığını görünce tekrar depresyona giriyor ve evine intihar etmeye gidiyor. Sonra ne olacak ve asıl önemlisi filmin başından sonuna kadar hiç konuşmayan Valentin’in filmin sonunda ilk ve son kez ne konuştuğunu öğrenmek istiyorsanız filmi seyretmeniz gerekecek.
Filmin finalinde Valentin ve Peppy’nin beraber oynadıkları dans sahnesi bizi o dönemin filmlerinin coşkusunu yaşatmayı başarıyor. Burada uşak rolündeki büyük karakter oyuncusu James Cromwell ile küçük köpeğin muhteşem oyunu da takdiri hak ediyor.
Başta söyledim, konusu itibari ile tam bir Türk filmi. Valentin rolünü bizde en iyi canlandıracak aktör başkası değil Sadri Alışık olurdu. Peppy rolü de Hülya Koçyiğit’e çok yakışırdı. Yönetmen Michel Hazanavicius, çok güzel bir filme imza atmış ve Oscar’ı hak ederek almış. Bizden bir film ve bizden sahneler ile yapılmış olan The Artist’i sıkılmadan zevkle seyredecek ve vaktin nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız. Kaçırmayın.
M.Metin Bayram
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.